Halil İnalcık’ın Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1973) eserinden bu
yana, tarihçiler arasında 1600’lerden sonra, büyük oranda tutucu Kadızâdelilerin yükselişinin bir etkisi olarak Osmanlı ulemasının akli ilimlere olan
merakının kaybolduğu görüşü kabul edilmiştir. Bu makalede, 17. yüzyıl
Osmanlı uleması arasında akli ilimlere olan ilgide aslında düşüş olmadığını
savunmaktayım. Bilakis mantık, diyalektik, felsefe ve kelâma olan ilgi yükselişte gibi görünmektedir. Safevi İran’dan kaçan Sünni Fars, Azeri ve Kürt
âlimler kendileriyle birlikte akli ilimlerdeki yeni ilmi çalışmalarını getirmiş ...Daha fazlası
Bu makale, hukuk sosyolojisi bağlamında bir inceleme olarak değerlendirilebilir. Asırları kapsayan bir hukuk sisteminin doğru anlaşılması için
onun tarihi, coğrafik, sosyolojik arka plandan bağımsız incelenemeyeceği
tabiidir. En azından bu unsurları dikkate alan çalışmaların daha aydınlatıcı
olacağı söylenebilir. Bu araştırmada, sosyal koşulların önemli oranda değişiklik arz ettiği dönemlerde fıkıh usulünde farklı görüşlerin ortaya çıktığı
tezi savunulmaktadır. Makalede iki farklı dönem incelenecektir. Bunlardan
birincisi, Moğol istilası ve Endülüs’ün işgalinin yaşandığı zaman dilimidir.
...Daha fazlası
İslam düşüncesinin önemli konularından biri de hiç şüphesiz ahlaktır. Bunun içindir ki, İslam düşünürleri gerek teorik gerekse pratik
alanda bu konuda büyük çabalar harcamışlardır. İslam ahlakçıları bu yönüyle bakıldığında devletten aileye oradan da bireyin kendisine varana
kadar toplumun hemen her kesimini ve kurumunu ahlak felsefesinin
konusu yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında İslam ahlak felsefesi siyasetle,
aileyle, psikolojiyle, tasavvufla, eğitimle ve hatta itikatla iç içe olmuştur.
Bu meselenin üzerine tüm hatlarıyla eğilen ve kendince var olan eksikliklere çözüm getirmeye çalı ...Daha fazlası
Hasan Basri Çantay, çok yönlü bir bilim adamıdır. İslâmî ilimler üzerine
vukûfiyet sahibi olup, eğitimci, şair, edebiyatçı, gazeteci, milletvekili,
mutasavvıf ve musikişinas olarak tanınmaktadır. Millî mücadele döneminde
gerektiğinde kalemi, gerektiğinde silahı, gerektiğinde de fikirleriyle topluma
öncülük eden önemli bir kanaat önderidir. Hayatının sonuna kadar sürekli
bilimsel çalışmalarla meşgul olmuştur. Onun hayatında ve eserlerinde özenle
durduğu konuların başında eğitim gelmektedir. Kendisinin küçük yaşta yetim
kalması sebebiyle yetim çocukların eğitimi ve korunması başta olmak ü ...Daha fazlası
Kâtip Çelebi’nin bu yazıda ele alacağımız en meşhur eseri, hiç şüphesiz, Mizanü’l-hakk fi ihtiyari’l-ahakk’tır. Kitapta Kâtip Çelebi, Osmanlı toplumunda tartışma konusu olmuş bir dizi ihtilaflı konuyu ele alır ve her biri hakkında tarafların görüşlerini objektif bir gözlemci tavrıyla anlatır. Daha sonra her bir konu hakkında bir orta yol bulmaya çalışır.
Eserin müellifi Ebu’l-Abbâs Ahmed Zerrûk el-Burnusî (ö. 899/1493) Fas’ta doğmuştur (846/1442). Fas, Cezayir, Mısır, Mekke ve Libya’da dönemin ünlü âlimlerinden ilim tahsil etmiştir. Fıkıh, hadis, tefsir, akâid, kelam, tasavvuf ilimlerinde derin bir birikim kazanan Ahmed Zerrûk, elli beş yıllık ömründe bilinen yaklaşık altmış eser vermiştir. Ahmed Zerrûk’un yirmi dört yaşında kaleme aldığı ilk eseri olan Tuhfetü’l-Mürîd’in el yazması nüshası Rabat Milli Kütüphanesi no: 2785’de bulunmaktadır. Bu tercüme Şeyh Ahmed Zerrûk’un torunu Muhammed Tayyib’in tahkikli basımı (Beyrut 2010) esas alınarak ya ...Daha fazlası
Allah hakkında kullandığımız terimler zorunlu olarak gücümüzün ve ifadelerimizin sınırlılığıyla ilişkilidir. Bunun en önemli sebebi sözcüklerimizin dünyaya ve tecrübelerimize ait olmasıyla ilgilidir. Dolayısıyla O’nun hakkında yaptığımız nitelemeler gerçekte O’nun isimleri değil, anlayışımızı yükseltmeyi kamçılayan sözcüklerdir denilebilir. Beşerî düzlemde dahi objesini tam olarak temsil edemeyen sözcükler Aşkın olana transfer edildiğinde/tatbik edildiğinde bu “eksiklik/kusur” tebellür etmektedir. Din dilinin kendine has sorularının ve sorunlarının olması oldukça tabiidir. Hususiyetle konuşula ...Daha fazlası
Varlık-mahiyet ayrımının ilk versiyonları, her ne kadar Eflatun’a ve Aristoteles’e dayandırılsa da söz konusu ayrımın, Fârâbî ve İbn Sînâ’da felsefî bir “mesele” haline geldiği söylenebilir. Zira bu iki filozofun düşüncesinde, vücud-mahiyet ayrımı meselesi, varlığa ilişkin metafizik çalışmalarda çok önemli bir yeri haizdir ve temel iki soruya dayanmaktadır: Bir şey var mıdır ve var olan bu şey, nedir? İlk soru, daha çok dış dünyadaki şeylerin gerçekliği ile ilgili olup, o şeylerin somut bir şekilde ortaya konmasını amaç edinirken; “var olan şey nedir?” şeklinde ifade edilen ikinci soru ise sor ...Daha fazlası
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.