Filtreler
Filtreler
Bulunan: 226 Adet 0.005 sn
Tam Metin [1]
Yayın Dili [1]
Bor ve düşük doz lazer uygulamalarının distraksiyon osteogeneziste yeni kemik oluşumu üzerine etkilerinin radyografik olarak incelenmesi

Cıcık, Muhammet Furkan

Doktora Tezi | 2018 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETDistraksiyon Osteogenezis (DO), 1992 yıllından itibaren maksillofasiyal bölgedeki kemik deformitelerinde etkin bir tedavi seçeneği olarak yerini almıştır. Bu sayede kademeli olarak belli bir sürede büyük kemik hareketlendirmeleri yapılabilmekte ve aynı zamanda yumuşak dokuların da adaptasyonu için yeterli zaman sağlanmaktadır. DO’ da konsodilasyon (pekiştirme) süresinin operasyondan önce tam olarak tahmin edilememesi ve 12 haftaya kadar uzayabilmesi DO’ nun en büyük dezavantajı olarak görülmektedir. Ayrıca konsolidasyon süresi boyunca, operasyon bölgesi, distraksiyon apareyinin veya rezidüel kemiğin fraktürü ve enfeksiyonu gibi . . .komplikasyonlar açısından risk altındadır. Bu yüzden son dönemde yapılan çalışmalar bu konsolidasyon süresinin kısaltılmasını hedeflemektedir.ABSTRACTDO has been used since 1992 to overcome these problems and correct the deformities on maxillofacial region efficiently. Thus, large bone movements can be done gradually and the soft tissues are given enough time to adapt concurrently. The most important disadvantage of DO is that the consolidation period can not be predicted before DO and it can be lasted about 12 weeks. Additionally, the operation field is at risk of fracturing the distraction appliance or residual bone and infection during the consolidation period. Therefore, the consolidation period should be shortened Daha fazlası Daha az

Testiste deneysel torsiyon/detorsiyon sonucu oluşturulmuş iskemi/reperfüzyon hasarında ganoderma lucidum ile yönlendirilmiş kök hücre'nin iyileştirici etkisi

Gülbağca, Fulya

Yüksek Lisans | 2018 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Özet:Testis torsiyonu (TT), erkek infertilitisinde önemli ürolojik tıbbi acil durumdur. TT iskemi/reperfüzyon (İ/R) hasarı ile oksidatif stres ve apoptoz mekanizmalarını kullanarak zarar vermekte ve PI3K/AKT/mTOR sinyal yolağı ile ilişkilendirilmektedir. Ganoderma Lucidum (GL) ölümsüzlük mantarı olarak bilinip tamamlayıcı tıp uygulamalarında geniş bir yer bulmaktadır. Mezenkimal Kök Hücre (MKH) faz çalışmalarını geçmiş klinikte kullanılmakta olan önemli bir üründür. Her iki ürününde değişik dozlarda olumlu etkileri gösterilmişken TT üzerindeki etkileri ve sinyal yolağı ile olan ilişkileri bilinmemektedir. Bu çalışmada GL, MKH ve bir . . .likte kullanımlarının İ/R hasarında koruyucu etkilerinin histokimyasal, immünohistokimyasal ve biyokimyasal olarak değerlendirilmesi amaçladı.Summary:Testicular Torsion (TT) is an important urological medical emergency in male infertility. TT is damaged by Ischemia/Reperfusion (I/R) damage using oxidative stress and apoptosis mechanisms and is associated with the PI3K/ACT/mTOR signaling pathway. Ganoderma Lucidum (GL) is known as immortality mushroom and finds a wide range of complementary medical applications. Mesenchymal Stem Cell (MSC) is an important product used in clinical practice past phase studies. The effects on TT and the relationship with the pathway are not known, although positive effects are shown in the different noses in both cases. In this study, it was aimed to evaluate histochemical, immunohistochemical and biochemical protective effects of GL, MSC and co-administration on I/R injury Daha fazlası Daha az

Kadavra vericili böbrek nakli için çağrılan hastalara yapılan farklı cross-match testlerinin karşılaştırılması

Güngör, Toprak Hamdi

Yüksek Lisans | 2017 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

HLA antijenlerine karşı oluşan alloantikorlar, organ (greft) reddi ve fonksiyon kaybı ile ilişkili en önemli antikorlardır. Nakil öncesi hastalarda, daha önceden oluşmuş anti-HLA antikorlarının tespit edilmesi ve grefte karşı oluşacak immün reaksiyonun çaprazlama testlerinde belirlenmesi greft yaşam süresinde önemli bir yer tutar. Bu çalışmada İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde kadavra vericili böbrek nakli için çağırılan hastalara nakil öncesinde yapılan farklı çaprazlama test sonuçlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında, 113 kadavra vericili böbrek nakli için çağırılan 416 . . .hastanın komplemana bağlı sitotoksik (CDCXM), akım sitometri (FCXM), luminex donöre spesifik antikor (DSA) çaprazlama ve panel reaktif antikor tarama (PRA) sonuçları çalışmaya dâhil edildi. Kadavra vericilerinin yaş ortalaması 46,08±16,09 olup, ortalama kreatin değeri 1,20±0,81 (mg/dL) olarak bulundu. Nakil öncesi çaprazlama test sonuçlarına göre FCXM T hücre pozitiflik oranının CDCXM T hücreye göre daha fazla olduğu görüldü (sırasıyla %19,0, %15,1; Daha fazlası Daha az

Pediatri hemşirelerinin ilaç hatalarını bildirme durumları ile tıbbi hatalardaki tutumları arasındaki ilişki

Gök, Derya

Yüksek Lisans | 2016 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

İlaç hataları çocuk hastalarda daha sık görülmekte ve hataların sonuçlarından olumsuz etkilenmektedirler. İlaç hatalarının önlenmesinde hataların bilinmesi ve hata bildirimlerinin yapılması çok önemlidir. Ancak ülkemizde pediatri hemşirelerinin ilaç hataları ve bildirimleri konusunda yeterli veri bulunmamaktadır. Bu nedenle çalışmamızın amacı; pediatri hemşirelerinin ilaç hataları konusundaki bilgileri, hataları bildirme/bildirmeme durumları ve nedenlerini saptamak, ilaç hatalarının görülme sıkılığı hakkındaki görüşlerini belirlenmek ve ilaç hatalarının bildirilme/bildirilmeme durumları ile tıbbi hatalardaki tutumları arasınd . . .aki ilişkiyi açıklamaktır. Araştırma 179 çocuk hemşiresinin katılımıyla,07.01.2015 ve 31.05.2015 tarihleri arasında İzmir’de bir Çocuk Hastanesi’nde yapılmıştır. Araştırma verileri anket yöntemi ile, Sosyodemografik soru formu, İlaç Hataları Soru Formu ve Tıbbi Hatalarda Tutum Ölçeği kullanılarak yüz yüze görüşme ile toplanmıştır. Verilerin analizi SPSS 20 programında yapılmıştır. Frekans, sayı ve yüzde, ortalama, standart sapma, Mann whitney U testi, t testi kullanılmıştır. Verilerin analizinde Daha fazlası Daha az

Preeklampsinin emzirme özyeterliliği ve postpartum depresyon üzerine etkisi

Özkardeş, Tuğba

Yüksek Lisans | 2019 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Özet:Giriş- Amaç: Bu çalışmanın amacı preeklampsinin emzirme öz-yeterliliği ve postpartum depresyon üzerine etkisini ve etkileyen faktörleri belirlemektir. Yöntem: Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma, Ocak 2018- Mayıs 2019 tarihleri arasında İzmir Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde sezaryen ile doğum yapmış örneklem kriterlerine uyan 73 preeklampsili anne ile yapılmıştır. Veriler, Birey Tanıtım Formu, Edinburgh Postpartum Depresyon Ölçeği (EPDÖ) ve Emzirme Öz-Yeterlilik Ölçeği (EÖYÖ) kullanılarak ve iki izlem yapılarak toplanmıştır. Birinci izlem doğum sonrası 24 saatini doldurmuş annele . . .re yüzyüze görüşülerek hasta odasında, ikinci izlem doğumdan sonra ikinci ayda telefon ile görüşülerek yapılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler (sayı, yüzde, ortalama), Mann Whitney U, Kruskal Wallis testi, Wilcoxon testi ve korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Doğum sonrası 24. saatte preeklampsili annelerin depresyon riski 16,4 iken, ikinci ayda bu oran 9,6'dur. Çalışmada gebelik sayısı dört ve üzeri, gebeliği plansız, ikinci gün emzirmeye başlayan ve emzirme için desteği olmayan annelerin 24. saat depresyon riski daha yüksek iken emzirmeye ilişkin gebelik sürecinde eğitim alan annelerin ikinci ay depresyon riski daha düşüktür. Gebeliği planlı olan emzirmeye ilişkin bilgi alan ve desteği olan, anne sütü dışında başka gıda vermeyen annelerin hem 24. saat hem de ikinci ay emzirme öz yeterlilikleri daha yüksektir. Annelerin doğum sonrası 24. saat EÖYÖ puan ortalaması ile ikinci ay EÖYÖ puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı, pozitif yönde güçlü bir ilişki vardır. Sonuç: Araştırmadan elde edilen bulgulara göre preeklampsili annelerin emzirme öz-yeterliliği düşüktür ve gebeliğin planlı olması, emzirmeye ilişkin bilgi alma durumu, destek olabilecek kişiye sahip olması ve anne sütü dışında başka gıda verme durumundan etkilenmektedir. Preeklampsili annelerin postpartum depresyon riski ikinci ayda, 24.saate göre azalmış olmasına rağmen halen risk devam etmektedir. Anahtar Kelimeler: Preeklampsi, gebelik, emzirme öz-yeterliliği, postpartum depresyon, hemşirelik.Summary:Objective: The aim of the study was to determine the effect of preeclampsia on breast feeding self-efficacy and post partum depression. Method: Descriptive and cross-sectional study was conducted between January 2018- May 2019 in Tepecik Research and Training Hospital of Izmir Health Sciences University. 73 mothers that comply with acceptance criteria, gave birth with caesarean surgery and has preeclampsia were accepted in the study. Data were collected with Personal Identity Form, Edinburg Postpartum Depression Scale (EPDS) and Breastfeeding Self Efficacy Scale (BSES) in two monitoring sessions. The first follow-up was conducted in patient room with face-to-face interview together with mothers that completed their 24 hours after the birth. The second follow-up was conducted by telephone conversation in the 2nd month after the birth. Descriptive statistics (number, percentage, average), Mann Whitney U, Kruskal Wallis Test, Wilcoxon Test and Correlation analysis were used in data evaluation. Results: The depression risk of mothers that had preeclampsia was 16,4 in the 24th hour of birth, while it was 9,6 in the second month. In this study it was found that depression risk of mothers in their 24th hour was higher for mothers that gave birth four or more, had unplanned pregnancy, started breastfeeding in the second day and did not have any support for breastfeeding. It was found that second month depression risk was less for mothers that had training in their pregnancy. Self efficacy were found higher for both 24th hour and 2nd month of mothers that had a planned pregnancy, had a support and training about breastfeeding and didn't give anything else but breast milk. In the study, a positive strong relationship was found between BSES score average of 24th hour and 2nd month of mothers after the birth. Conclusion: According to results found in the study, self efficacy of mothers that had preeclampsia was low and it was effected by the planned pregnancy, getting training about breastfeeding, having a supporting person and not giving anything else than breast milk. However, postpartum depression risk of mothers that had preeclampsia were lower in their second month, risk was still in progress. Keywords: Preeclampsia, breastfeeding self efficacy, postpartum depression, pregnancy, nursin Daha fazlası Daha az

Böbrek transplantasyonu sonrasında IL-2 sitokin gen profilinin incelenmesi

Karahan, Hatice İlayhan

Yüksek Lisans | 2018 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Özet:Giriş ve Amaç: Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) böbreğin işlevini kaybederek fonksiyonlarını yerine getirememesidir. Organ nakli ile tedavi edilmeye çalışılan KBY hastalarındaki en önemli sorun hastanın tedaviye verecekleri yanıtları önceden tahmin edememektir. Hastanın immün yanıtı, nakil sonrası böbrek durumunu belirleyen en önemli etkenlerden biridir. Sitokinler, immün yanıtta rol alan hücrelerin aktivasyonlarına yön veren aracılardır. CD4 T hücreleri antijen sunan hücreler (APC) tarafından uyarıldıktan sonra IL-2 sitokini salgılayarak yardımcı T hücre immün yanıtının oluşmasını sağlarlar. Bu immün yanıtın organ reddine neden . . .olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada nakil sonrası hastaların nakil öncesine göre IL-2 ekspresyon seviyesinin organ reddi ile olası ilişkisinin incelenmesi amaçlandı.Summary:Introduction and purpose: Chronic Kidney Failure (CKF) is a disease that the kidney is not able to perform its functions. The most important problem in CKF patients is the unpredictability of the immune response after kidney transplant. The immune response of the patient is one of the most important factors determining post- transplant kidney status. Cytokines are mediators that direct the activation of cells involved in the immune response. After being stimulated by antigen presenting cells (APC), CD4 T cells provide the T helper response by secreting IL-2 cytokines. This immunological response may cause organ rejection. In this study it was aimed to investigate the possible association of IL-2 expression level with organ rejection after transplantation.Kaynakça içerir Daha fazlası Daha az

Sıçanlarda doksorubisin ile oluşturulmuş kardiyotoksisite üzerine melatonin ve adrenomedullinin etkileri

Durdağı, Gülçin

Yüksek Lisans | 2017 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZET Bu çalışmada DXR ile oluşturulan kardiyotoksisite üzerine ADR’nin etkilerinin araştırılması ve bu etkilerin MEL gibi iyi bilinen bir antioksidan ile kardiyak hasarı önleyici etkisi açısından kıyaslanması hedeflenmiştir. Deneyde 8 haftalık, 300±50 gr ağırlığında, 32 adet Wistar albino erkek sıçan kullanılmıştır. Denekler dört gruptan oluşmaktadır: Kontrol, Doksorubisin (DXR), Doksorubisin+Melatonin (DXR+MEL) ve Doksorubisin+Adrenomedullin (DXR+ADR). Bir hafta boyunca DXR+MEL grubuna intraperitoneal yoldan her gün 10 mg/kg melatonin, DXR+ADR grubuna intraperitoneal yoldan her gün 12 μg/kg adrenomdullin verilmiştir. Deneyin 5. . . . gününde tüm gruplara kuyruk veninden tek doz DXR (45 mg/kg); kontrol grubuna ise SF enjekte edilmiş, 8. gününde EKG kayıtları alınmıştır. Hayvanlar dekapite edilip, biyokimyasal ve histolojik inceleme yapmak üzere kalp dokuları alınmıştır. Elektrokardiyografik, biyokimyasal ve histolojik farklılıklar Kruskal Wallis ve Mann Whitney U testleri uygulanarak karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak DXR kardiyotoksisitesi DXR kullanımını kısıtlayan önemli bir yan etkidir. Bu toksisiteyi ortadan kaldırabilmek adına literatürde pek çok çalışma yapılmıştır. Çalışma grubumuz DXR kardiyotoksisitesini, bilinen güçlü bir antioksidan olan melatonin ile azaltmıştır. Ancak bir antioksidan olan ADR bu doz itibariyle toksisiteye karşı melatonin kadar güçlü koruyamamıştır Daha fazlası Daha az

Derin çürüklü süt dişlerinin iki aşamalı indirekt pulpa tedavisinde ozon uygulaması etkinliğinin in vivo olarak değerlendirilmesi

Meşe, Merve

Yüksek Lisans | 2016 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi

Bu çalışmada, süt dişlerinde gerçekleştirilen iki aşamalı indirekt pulpa tedavisinde, ozon uygulamasının etkinliğinin klinik ve mikrobiyolojik olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. İn vivo şartlarda yürütülen bu çalışmada, derin dentin çürüğü teşhisi konulan ve pulpa perforasyon riski bulunan, 105 adet alt ikinci süt azı dişi iki aşamalı indirekt pulpa tedavisi uygulanmak üzere rastgele üç çalışma grubuna ayrılmıştır. Tedavi prosedürü kontrol grubunda herhangi bir dezenfektan uygulanmadan, pozitif kontrol grubunda kaviteye 60 sn %2’lik klorheksidin diglukonat uygulanarak, deney grubunda ise 60 sn ozon gazı uygulanarak gerçekleşti . . .rilmiştir. Mikrobiyolojik analiz için, ilk aşamada kavitede bırakılan demineralize dokudan, daha sonra kaviteye dezenfektan uygulanmasının hemen ardından, dört aylık bekleme süresinin sonundaki ikinci aşamada kavite tekrar açıldığında ve tüm çürük doku temizlendikten sonra olmak üzere dört farklı zaman aralığında standart dentin örnekleri alınmıştır. Dentin örneklerinde Streptococcus mutans (S. mutans) ve laktobasil türlerine ait koloni sayımı ve toplam koloni sayımı yapılmıştır. Ayrıca mikrobiyolojik örneklerin alındığı farklı zaman aralıklarında, dokunun klinik özelliklerinin değerlendirilmesi için dentinin nem, kıvam ve renk özellikleri kaydedilmiştir. İstatistiksel analizde, mikrobiyolojik analizler için Kruskal-Wallis ve Mann-Whitney U testleri, klinik verilerin karşılaştırılmasında ise ki-kare ve Friedman testleri uygulanmıştır. Çalışmamızdaki tüm gruplardaki dişlerde, 4 aylık bekleme süresinin ardından ikinci aşamada kavite tekrar açıldığında, bırakılan çürüğün daha kuru ve daha sert kıvamda olduğu tespit edilmiştir. Dentin renginin ise kontrol grubunda değişmediği, ancak deney ve pozitif kontrol grubunda koyulaştığı gözlenmiştir. Mikrobiyolojik değerlendirmeler sonucunda, tüm gruplarda toplam mikroorganizma sayısında kademeli bir azalmanın olduğu tespit edilmiştir. İlk aşama ile ikinci aşama arasında geçen 4 aylık bekleme süresinin ardından bakteri sayısında görülen azalmanın pozitif kontrol grubunda (klorheksidin diglukonat) deney grubuna 112 (ozon) göre, deney grubunda ise kontrol grubuna göre istatistiksel olarak daha anlamlı sonuçlar sergilediği görülmüştür. Kaviteye ozon ya da klorheksidin diglukonat uygulanmasının hemen sonrasında antimikrobiyal etkinliğin arttığı, ancak klorheksidin diglukonatın etkinliğinin ozon gazından anlamlı derecede daha fazla olduğu görülmüştür (p=0,000). Dezenfeksiyon uygulamalarının anlık antimikrobiyal etkinliği bakteri bazında karşılaştırıldığında, genel bulgularla uyumlu şekilde, klorheksidin diglukonatın hem S. mutans hem de laktobasil türleri üzerindeki etkinliğinin ozon uygulamasından anlamlı derecede daha fazla olduğu tespit edilmiştir (p=0,002 ve p=0,004). Ayrıca S. mutans ve laktobasilin kullanılan dezenfektanlara karşı duyarlılıkları incelendiğinde, her iki bakteri türünün de uygulanan ajanlardan aynı oranda etkilendiği gözlenmiştir (p=1,000). Bütün veriler birlikte değerlendirildiğinde, derin çürüklü süt dişlerinin tedavisinde, iki aşamalı indirekt pulpa tedavisinin tüm çalışma gruplarında genel olarak başarılı sonuçlar sergilediği görülmüştür. Ancak, hem yüksek antimikrobiyal etkinlik göstermesi, hem de ucuz ve kolay temin edilebilir olması gibi nedenlerle iki aşamalı indirekt pulpa tedavisinde klorheksidin diglukonatın tercih edilmesinin daha uygun olacağı gözlenmiştir Daha fazlası Daha az

İzmir'deki eczacıların emzirme döneminde ilaç kullanımı hakkındaki bilgi, tutum ve davranışları

Durmaz, Helin

Yüksek Lisans | 2019 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Özet:Amaç: Bu çalışmayla İzmir'in merkez ilçelerindeki eczane eczacılarının emzirme döneminde ilaç kullanımı konusundaki bilgi, tutum ve davranışları değerlendirilerek literatüre katkı sağlanması amaçlanmıştır. Yöntem: İzmir merkez ilçelerindeki eczaneler random seçilmiştir. İzmir merkez ilçelerindeki 181 eczane eczacısı ile yapılan bu anket çalışmasında sıklık olarak değerlendirmelerin yanısıra kadın hastalara emzirme döneminde olup olmadığını sormayı etkileyen etmenler ve eczacıların bilgi düzeyini etkileyen etmenler de değerlendirilmiştir. Bunlar ayrıca çok değişkenli lojistik regresyon analizleri ile de değerlendirilmiştir.Summa . . .ry:Objectives: With this study it is intended to contribute to the literature by evaluating knowledge, attitudes and behaviours of the pharmacy pharmacists in the central districts of İzmir. Methods: The pharmacies in the central districts of İzmir are chosen randomly. In this questionnaire study conducted with 181 pharmacy pharmacists in the central districts of İzmir, besides frequency evaluation factors that affect to ask to women if they are breastfeeding and factors that affect the level of knowledge are also evaluated. They are also evaluated with multivariate logistic regression analysi Daha fazlası Daha az

Çocuk yoğun bakım hemşirelerinin ağrı yönetimine ilişkin bilgi ve deneyimlerinin belirlenmesi

Türkmen, Burçin

Yüksek Lisans | 2019 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETGiriş-Amaç: Araştırma çocuk yoğun bakım hemşirelerinin ağrı yönetimine ilişkin bilgi ve deneyimlerinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır.Materyal-Metod: Araştırma, Ekim 2018-Şubat 2019 tarihleri arasında T.C Sağlık Bakanlığı Medeniyet Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Göztepe Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Yoğun Bakım Servisinde yürütülmüştür. Araştırmaya 25 hemşire katılmıştır. Araştırma, tanımlayıcı ve karma desen modelinde bir çalışmadır. Araştırmada sosyodemografik form, PNKAS ölçeği ve araştırmacının oluşturduğu nitel sorular ile veri toplanmıştır. Nitel görüşme formu toplam 10 sorudan oluşmaktadır. Hemşireler . . .le, anketleri doldurduktan sonra derinlemesine görüşme yapılmıştır.ABSTRACTPurpose: This research was aimed to specify data, implementations and experiences of pediatric intensive care nurses.Material Method: The study was conducted between October 2018 and February 2019 at the Ministry of Health Medeniyet University Training and Research Hospital Göztepe Training and Research Hospital Pediatric Intensive Care Unit. 25 nurses participated in the study. The research is a descriptive and mixed method model. Sociodemographic form, PNKAS scale and qualitative questions were included in the study. Qualitative research consists of 10 questions. Qualitative research was conducted with in-depth interview method with nurse Daha fazlası Daha az

Aronia melanocarpa uygulamasının epiteliyal ovaryum kanseri hücre hattı skov-3 üzerine immünositokimyasal ve apoptotik etkilerinin incelenmesi

Kara, Sinem

Yüksek Lisans | 2018 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Özet:Ovaryum kanseri, ölümcül jinekolojik kanser türleri arasında ilk sırada yer almaktadır. Mevcut kemoterapötik yöntemler hastaların çoğunda yetersiz kaldığından yeni tedavi seçenekleri üzerine çalışmalar yapılmaktadır. Paklitaksel ovaryum kanseri de dâhil olmak üzere birçok kanser türleri için kematerapik bir ilaç olarak kullanılmaktadır. Paklitaksel'in kanser hücrelerini apoptozise yönlendirerek kanseri yok etmede kullanıldığı bilinmektedir. Çoğu kanser türleri gibi ovaryum kanseri de, başlangıçta bu kemoterapik ilaca yanıt verirken, uzun vadede, ilaç direnci gelişir ve tedavide başarısız olunur. İlaç direncini baskılayabilmek i . . .çin kemoterapotik ilaçları ile birlikte antioksidanlar da tedavi için önerilmiştir. Aronia Melanocarpa, antosiyanin içeriği yüksek olan bir bitki olup, çeşitli çalışmalarla antitümör etkileri olduğu gösterilmiştir.Summary:Ovarian cancer is at the top of the list of deadly gynecological cancers. Since chemotherapeutic methods are insufficient in the most of patients, new treatment options are being studied. Paclitaxel is used as a chemotherapeutic drug for many types of cancer, including ovarian cancer. Paclitaxel is known to be used to destroy cancer by directing cancer cells to apoptosis. As with most cancer types, ovarian cancer responds to this chemotherapeutic drug initially, while in the long term, drug resistance develops and treatment fails. In order to suppress the drug resistance, antioxidants and chemotherapeutic drugs have been proposed for treatment. Aronia Melanocarpa is a plant with high anthocyanin content and has been shown to have anti-tumor effects in various studies. The aim of this study is to investigate the effects of Aronia Melanocarpa on epithelial ovarian cancer SKOV-3 cell line by in vitro methods Daha fazlası Daha az

Öğrenci hemşirelerin pozitif ruh sağlığı ile kişilik özellikleri arasındaki ilişki

Filiztekin, Merve

Yüksek Lisans | 2019 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖzetÖĞRENCİ HEMŞİRELERİN POZİTİF RUH SAĞLIĞI İLE KİŞİLİK ÖZELLİKLERİ ARASINDAKİ İLİŞKİ Giriş-Amaç: Çalışmanın amacı, öğrenci hemşirelerin kişilik özellikleri ile pozitif ruh sağlığı arasındaki ilişkiyi değerlendirmek ve bunları etkileyen değişkenleri belirlemektir. Materyal-Metod: Tanımlayıcı, ilişki arayıcı ve analitik olarak tasarlanan çalışma verileri, etik kurul onayından sonra, 15 Ocak-15 Haziran 2019 tarihleri arasında, Türkiye'de farklı üniversitelerin hemşirelik lisans programına kayıtlı ve araştırmaya katılma konusunda gönüllü olan 363 öğrenci hemşireden (232'sine Öğrenci Hemşireler Derneği (ÖHDER) bilgi ağı üzerinden e-mai . . .l yolu ile, 131'ine ise elden ulaşılarak) toplanmıştır. Veriler, Kişisel Bilgi Formu, öğrencilerin kişilik özelliklerini değerlendirmek için kullanılan Sosyotropi-Otonomi Ölçeği (SOÖ), ruh sağlığı durumlarını değerlendirmek için kullanılan Pozitif Ruh Sağlığı Ölçeği (PRSÖ) ile toplanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 22.0 programında tanımlayıcı istatistikler, korelasyon analizi, t testi ve varyans analizi ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrenci hemşirelerin 78.9'u kadın ve yaş ortalaması 20.91±1.77'dir.85.0'i sosyo ekonomik durumunu orta düzeyde algılamaktadır. 70.9'u Anadolu Lisesi mezunu ve 78.7'si hemşirelik lisans eğitimini Sağlık Bilimleri Fakültesi'nde sürdürmektedir. Araştırmaya daha sıklıkla 2.,3. ve 4. sınıf öğrencileri katılmıştır. 92.2'si fiziksel ve 96.4'ü ruhsal bir kronik hastalığı olmadığını belirten öğrenciler, genel sağlık durumlarına 10 üzerinden 7.56±1.78 puan vermiştir. Öğrenci hemşirelerin PRSÖ puan ortalaması ortalamanın altında bulunurken,SOÖ'nin otonomi alt ölçek puan ortalamaları sosyotropi alt ölçeğinden daha yüksek ve ortalamanın üzerinde bulunmuştur.Summary:THE RELATIONS BETWEEN POSITIVE MENTAL HEALTH AND PERSONALITY TRAİTS OF STUDENT NURSES Introduction-Aim: The aim of this study is to examine relations between variables affecting personality traits of student nurses and positive mental health and to determine variables affecting these relations. Materials and Methods: Data of the study, which was designed as a descriptive, relation-seeking and analytic study, were collected from 363 student nurses (232 of whom were reached via e-mail through the information network of the Student Nurses Association (SNA) and 131 of whom were reached by hand) who were enrolled to nursing undergraduate programs of different universities in Turkey and volunteered to participate in the study, after receiving an ethics committee approval between January 15th-June 15th, 2019. The data were collected via Personal Information Form, Sociotrophy-Autonomy Scale (SAS), used for evaluating students' personality characteristics and Positive Mental Health Scale (PMHS), used for evaluating mental health statuses.The obtained data were evaluated with the definitive statics in the SPSS 22.0 program, correlation analysis, t test and variance analysis. Findings: 78.9 of the student nurses who participated in the study were female and their age average was 20.91±1.77. 85.0 of them perceived their socioeconomic status as middle. 70.9 of them were Anatolian High School graduates and 78.7 of them were maintaining their nursing undergraduate studies in School of Health Sciences. In general, 2nd, 3rd and 4th classes participated in the study. While 92.2 of them stated that they had no physical diseases, 96.4 of them expressed that they had no chronic mental illness and their general health status was 7.56±1.78 over 10. While the Positive Mental Health Scale point average of the student nurses was lower than the average, autonomy sub-scale point averages for Sociotropy-Autonomy Scale were higher than sociotropy sub-scale and higher than the average. A statistically significant relation between total of two scales and all sub-scale point averages of the student nurses ( Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms