Filtreler
Filtreler
Bulunan: 82 Adet 0.005 sn
Tam Metin [1]
Veritabanı [1]
Tür [2]
Tez Danışmanı [1]
Dergi Sayısı [6]
Yayın Dili [2]
Editör/Editörler [2]
Ebelik Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rollerine Yönelik Tutumları ve Etkileyen Faktörler

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.245 - 251

Amaç: Bu araştırma, ebelik bölümü öğrencilerinin toplumsal cinsiyete yönelik tutumlarının ve bu tutumları etkileyen faktörlerin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı tipteki araştırmanın evrenini bir devlet üniversitesinin ebelik bölümü öğrencileri oluşturmuş ve örneklem seçiminde Kasım-Aralık 2020 tarihinde gönüllü toplam 165 öğrenci çalışmaya dâhil edilmiştir. Veri toplama aracı olarak öğrencilerin sosyo-demografik özelliklerini sorgulayan form ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin yaş ortalaması 21,16±1,32 yıl olup, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Tutum Ölçeği puan . . .ortalaması 98,03±14,71’dir. Dördüncü sınıf öğrencilerinin kadın cinsiyet rolü alt ölçeği (p=0,008) ve ölçek toplam puan (p=0,048) ortalamalarının diğer sınıflara göre daha yüksek olduğu saptanmıştır. Diğer liselerden mezun öğrencilerin klasik lise programı mezunlarına göre daha eşitlikçi cinsiyet rolüne sahip oldukları belirlenmiştir. Sonuç: Ebelik öğrencilerinin cinsiyet rolleri açısından genel olarak geleneksel bir tutuma sahip oldukları belirlenmiştir. Sınıf düzeyi arttıkça toplumsal cinsiyet rollerine yönelik eşitlikçi tutum da artmaktadır. Objective: This study examines the attitudes of midwifery students towards gender and other factors associated with these attitude. Materials and Methods: The population of this descriptive study consisted of midwifery students studying at a state university. A total number of 165 volunteer students were included in the sample between November and December 2020. A sociodemographic questionnaire and the Gender Roles Attitude Scale were used as data collection tools. Results: The mean age of the students was 21.16±1.32 years, and the mean Gender Roles Attitude Scale score was 98.03±14.71. The analysis shows that the average of the female gender role subscale scores (p=0.008) and the average of the total scale scores (p=0.048) of the fourth-grade students were higher than other grades. It also indicates that the students who graduated from other high schools have a more egalitarian gender role compared to the graduates of the classical high school program. Conclusion: This study shows that the midwifery students generally have traditional attitudes in terms of gender roles. As the grade level increases, the egalitarian attitude towards gender roles also increases Daha fazlası Daha az

Kronik Hastalığa Sahip Yaşlı Bireylerde Mobil Sağlık Uygulamalarının Kullanımı

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.391 - 395

Dünya çapında ortalama yaşam süresinin artmasıyla birlikte yaşlı bireylerin sayısında artış gözlenmektedir. Yaşlanma ile birlikte kronik hastalıkların morbidite ve mortalite oranları da artmaktadır. Yaşlı bireylerde diyabet, kanser, hipertansiyon ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı gibi kronik hastalıkların yaygın olması holistik ve sürekli bakım yöntemlerinin uygulanmasını gerekli kılmaktadır. Günümüzdeki teknolojik gelişmelere paralel olarak, kronik hastalığa sahip yaşlı bireylerde hastalık yönetiminin sağlanabilmesi amacıyla mobil sağlık uygulamalarının kullanımı öne çıkmaktadır. Mobil sağlık uygulamaları kapsamında, mobil ile . . .tişim teknolojisi kullanılarak uzaktan hastalık yönetimi sağlanabilmektedir. Ayrıca bu uygulamalar ile veri toplanabilmekte, klinik karar destek sistemleri oluşturulabilmektedir. Mobil sağlık uygulamaları, sıklıkla semptom yönetimi, komplikasyonların önlenmesi, ilaç bilgisinin arttırılması, ilaç uyumunun sağlanması, günlük yaşam aktivitelerinin artırılması ve sağlık ekibi ile iletişim kurma amacıyla kullanılmaktadır. Zaman ve maliyet etkin bu yenilikçi yaklaşımlar, görme, işitme ve algılama kayıpları yaşayan yaşlı bireyler gözetilmeden oluşturulduğunda dezavantaj oluşturabilmektedir. Bu kapsamda hemşirelerden kronik hastalığa sahip yaşlı bireylerin yaşa bağlı değişimleri de göz önünde bulundurularak etkin ve sürdürülebilir mobil sağlık uygulamaları geliştirmeleri beklenmektedir. Bu alanda yapılan çalışmaların sınırlı olması nedeniyle kronik hastalığa sahip yaşlı bireylerde mobil sağlık uygulamalarına ilişkin yapılan çalışmaların arttırılması önerilmektedir. With the increase in life expectancy worldwide, there is an increase in the number of elderly individuals. The morbidity and mortality rates of chronic diseases increase with aging. The prevalence of chronic diseases such as diabetes, cancer, hypertension and chronic obstructive pulmonary disease in elderly individuals requires the application of holistic and continuous care methods. In parallel with current technological developments, the use of mobile health applications comes to the forefront in order to provide disease management in geriatric individuals with chronic diseases. In addition, data can be collected with these applications and clinical decision support systems can be established. Mobile health applications are frequently used for symptom management, prevention of complications, increasing drug information, ensuring drug compliance, increasing daily living activities and communicating with the healthcare team. When these time and cost-effective innovative approaches are developed without taking into account the needs of elderly indivuduals with vision, hearing and perception impairments, they may be at a disadvantage. In this context, nurses are expected to develop effective and sustainable mobile health applications, taking into account the age-related changes of elderly individuals with chronic diseases. Due to the limited number of studies in this field, it is recommended to increase the number of studies on mobile health applications in elderly individuals with chronic diseases Daha fazlası Daha az

Menopoz Döneminde Beslenmenin Yönetimi

GÜLŞAH KANER TOHTAK | ÇAĞLA AYER

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.191 - 197

Dünya Sağlık Örgütü menopozu, ovaryum işlevinin kaybolması sonucu, kendiliğinden, kalıcı olarak kadının menstruasyon döneminin sona ermesi olarak tanımlamaktadır. Menopoz, herhangi bir hastalık olmayıp sağlıklı kadının hayatında doğal ve kaçınılmaz bir süreçtir. Menopoz sürecinin başlamasıyla hem fizyolojik hem de psikolojik açıdan pek çok semptom ortaya çıkmaktadır. Ayrıca, bu süreçte meydana gelen bazı hormonal değişiklikler özellikle kardiyovasküler hastalıklar, obezite, diyabet ve osteoporoz gibi kronik hastalıkların riskini artırmaktadır. Yaşanılacak problemleri en aza indirmek ve yaşam kalitesini artırmak için çeşitli tıbbi uy . . .gulamalar, alternatif tedavi yöntemleri ve tıbbi beslenme tedavisi önerilmektedir. Sağlıklı bir beslenme düzeni, menopoz ve sonrası dönemde sağlığın korunması ve sürdürülmesi, menopozun neden olabileceği hastalık risklerinin azaltılmasında büyük bir öneme sahiptir. Literatürde menopoz ve menopoz sonrası dönemde olan kadınlar için sebze, meyve, tam tahıl ve kalsiyumdan zengin; enerji, yağ ve kafein içeriği düşük bir beslenme şekli önerilmektedir. Bu derlemede, menopoz döneminde meydana gelen değişiklikler sonucu olumsuz etkilenen kadın sağlığının korunup yaşam kalitesinin artırılabilmesi için beslenmede dikkat edilmesi gereken hususlara değinmek amaçlanmıştır. Bu bağlamda kadınların menopoz dönemine özgü ihtiyaçları göz önünde bulundurularak bireye özgü beslenme tavsiyelerinde bulunulması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır. The World of Health Organization defines menopause as the end of the woman's menstrual period spontaneously, irreversibly, due to the loss of ovarian function. Menopause is not any disease but a natural and inevitable process in the life of a healthy woman. With the onset of the menopause process, many symptoms occur both physiologically and psychologically. In addition, some hormonal changes in this process increase the risk of chronic diseases such as cardiovascular disease, obesity, diabetes, and osteoporosis. Various medical applications, alternative treatment methods, and medical nutritional therapy are recommended to minimize the effects of problems and to increase the quality of life. A healthy diet for preserving and maintaining health during and after menopause is of great importance in reducing the risk of diseases caused by menopause. In the literature, a diet rich in vegetables, fruits, whole grains, and calcium and poor in energy, caffeine, and fat is recommended for women in menopausal and postmenopausal periods. This review aims to address the issues that need to be considered in nutrition to protect the health of women who are adversely affected due to the changes during the menopause and to increase the quality of life. It was concluded that individual dietary recommendations should be made, taking into account the specific needs of women during the menopause Daha fazlası Daha az

COVID-19 Pandemi Sürecinde Neonatal Sağlık ve Anne Sütü ile Beslenme

GÜLŞAH KANER TOHTAK | ÇAĞLA AYER

Makale | 2021 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi2 ( 6 ) , pp.153 - 156

Dünya Sağlık Örgütü tarafından COVID-19 olarak adlandırılan yeni koronavirüs, kısa bir sürede tüm dünyayı etkisi altına almıştır. Hızla yayılan bulaşıcı bir hastalık olup temas ve solunum damlacıkları ile bulaşmaktadır. COVID-19 açısından pek çok riskli grup vardır. Gebeler ve yenidoğanlar bu gruplar içerisinde önemli bir yer tutmaktadır. COVID-19 tanılı annelerin antenatal, intrapartum ve postpartum süreçleri de anne-bebek sağlığı açısından bireylerde endişe yaratabilmektedir. COVID-19’un transplasental olarak anneden bebeğe geçip geçmediğine dair mevcut kaynaklar az olmakla birlikte, emzirme sırasında ve gerekli önlemler alınmadığ . . .ında solunum damlacıkları ile geçebileceği düşünülmektedir. Ayrıca bu süreçte yenidoğanın beslenmesi ve emzirme süreci de tartışılır bir konu haline gelmiştir. Pek çok sağlık kuruluşunun önerileri incelendiğinde bu süreçte anne sütü ile beslenme önerilmektedir. Pandemi sürecinde anne bebek sağlığının sıkça ele alınması, hemşireler tarafından verilecek eğitim ve danışmanlıklar ile enfekte annelere doğum süreçlerinde rehberlik edilmesi, gerekli noktalarda danışmanlık ve destek sağlanması, nitelikli bakımlar ile yenidoğan sağlığının korunması, sürdürülmesi ve geliştirilmesi pandeminin anne-bebek sağlığı üzerine olumsuz etkilerinin en aza indirilmesine ve olası komplikasyonların önlenmesine yardımcı olacaktır. Bu derlemenin amacı, COVID-19 pandemi sürecinde anne-bebek sağlığı, yenidoğan beslenmesi ve emzirme süreçlerine dair bilgilerin sunulmasıdır. The new coronavirus, named COVID-19 by the World Health Organization, has taken the whole world under its influence in a short time. It is a rapidly spreading infectious disease and is transmitted by contact and respiratory droplets. There are many risky groups regarding COVID-19. Pregnant women and newborns have an important place among these groups. Antenatal, intrapartum, and postpartum processes of mothers diagnosed with COVID-19 may also cause anxiety in individuals in terms of mother-infant health. Although there are few resources available on whether COVID-19 is transmitted from mother to baby transplacentally, it is thought that it can be transmitted via respiratory droplets during breastfeeding and when the necessary precautions are not taken. In addition, the feeding and breastfeeding process of the newborn has become a debated issue in this process. When the recommendations from many health institutions are examined, breastfeeding is recommended in this process. Addressing the maternal and infant health frequently during the pandemic process, guiding infected mothers in their birth processes via training and counseling by nurses, providing consultancy and support where necessary, protecting, maintaining, and improving newborn health via quality care will help minimizing the negative effects of the pandemic on maternal and infant health and preventing possible complications. The purpose of the present review is to present information on newborn health, newborn nutrition, and breastfeeding processes during the COVID-19 pandemic proces Daha fazlası Daha az

Kanser Hastalarındaki Bakım Gereksinimlerinin Karşılanmasında Hemşirelik Uygulamalarının Etkinliğinin İncelenmesi

YASEMİN TOKEM

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.215 - 221

Amaç: Araştırma; kanser hastalarındaki bakım gereksinimlerinin karşılanmasında hemşirelik uygulamalarının etkinliğini incelemek amacıyla planlanmış bir çalışmadır. Gereç ve Yöntem: Araştırma örneklemine dört aylık sürede dahiliye, gastroenteroloji ve tıbbi onkoloji-palyatif bakım kliniklerinde yatan 320 hasta ve bu kliniklerde çalışan 31 hemşire alınmıştır. Araştırmadaki veriler araştırmacı tarafından ilgili literatür doğrultusunda hazırlanan ‘’Hasta, Hemşire Tanılama Formu’’ ve ‘’Bakım Gereksinimleri Anketi (Hasta Formu ve Hemşire Formu)’’ kullanılarak toplanmıştır. Bulgular: Hastaların yaş ortalaması 60,24±9,95 yıl ve %66,6’sı da . . .erkektir. Hastaların %86,3’ünün hastalığını uzun süre tedavi gerektiren bir hastalık olarak algıladıkları belirlenmiştir. Hastaların hastalığa bağlı yaşadıkları beslenme sorunları, ağrı, nefes darlığı, bulantı-kusma, barsak şikayetleri, idrar yolu şikâyeti, ağız içi problemler ve uykusuzluk şikayetinin giderilmesinde hemşirelik uygulamalarının yardımcı olduğu; şikayetlerin giderilmesinde farmakolojik yöntemlerin daha etkili olduğu saptanmıştır. Hastaların yaşadıkları yorgunluk şikayetinin giderilmesinde ilaç dışı hemşirelik uygulamalarının daha etkili olduğu belirlenmiştir. Hemşirelerin yaş ortalaması 30,23±5,14’dür. Hemşirelere sorulan sorularda; verdikleri hemşirelik bakımına güvendikleri, verilen bakımın hastaların hastalığa bağlı yaşadığı yan etkileri azalttığı ve hastaların ilaç tedavisi almalarını kolaylaştırdığı belirlenmiştir. Sonuç: Araştırmadan elde edilen veriler sonucunda hastaların birçok semptomunun farmakolojik uygulamalar ile azaldığı, ancak yorgunluk semptomunun non-farmakolojik girişimlerle hafifletildiği saptanmıştır. Objective: The research is a study to investigate the effectiveness of nursing practices in meeting the care needs of cancer patients. Material and Method: Three hundred and twenty patients hospitalized in internal medicine clinics and 31 nurses working in these clinics were included in the study sample. The data in the study were collected using the "Patient, Nurse Diagnosis Form" and the "Nursing Needs Questionnaire (Patient Form and Nurse Form)" prepared by the researcher in accordance with the relevant literature. Results: The average age of the patients was 60,24±9,95 years. It was found that %86,3 of the patients perceived their disease to require long-term treatment. Nursing practices are helpful in eliminating nutritional problems, pain, shortness of breath, nausea-vomiting, bowel complaints, urinary tract complaints, oral problems and insomnia experienced by patients due to the disease; pharmacological methods were found to be more effective in eliminating symptoms. The average age of the nurses was 30,23±5,14. In the questions asked to the nurses; It has been determined that they trust the nursing care they provide, that the care provided reduces the side effects of the disease and makes it easier for the patients to take medication. Conclusion: As a result of the data obtained from the study, it was found that many symptoms of the patients were reduced by pharmacological applications, but the symptom of fatigue was relieved by non-pharmacological interventions Daha fazlası Daha az

Kadınların Beslenme Alışkanlıkları ve Ortoreksiya Nervoza (Sağlıklı Beslenme Takıntıları) İlişkisi: KKTC Örneği

YASEMİN TOKEM

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.223 - 229

Amaç: Bu çalışma, 20-40 yaş arasındaki kadınların beslenme alışkanlıkları ile ortoreksiya nervoza arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma örneklemini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) 2011 nüfus sayımın sonuçlarına göre “basit rastgele örnekleme yöntemi” ile seçilen 475 kadın oluşturmuştur. Çalışma verileri, Mayıs-Temmuz 2016 tarihleri arasında Gazimağusa ilçesinde ikamet eden 20-40 yaş arası kadınlar ev veya iş yerlerinde ziyaret edilerek yüz yüze görüşme tekniği ile araştırmacı tarafından alınmıştır. Katılımcıların anket formu ile genel demografik bilgileri, genel beslenme alışka . . .nlıkları ve yeme davranışları değerlendirilmiştir. Ortorektik davranış değerlendirmesi için Ortoreksiya Nervoza Değerlendirme Ölçeği kullanılmıştır. Bulgular: Kadınların yaş ortalaması 30,67±6,08’dir. Çalışmaya katılanların %21,1’inde doktor tarafından tanısı konulmuş sağlık sorunu varken, %78,9’unun herhangi bir sağlık sorunu bulunmamaktadır. Ölçek puan ortalamaları 26,73±3,27’dir. Katılımcıların , %24,8’i ortoreksiya eğilimli, %75,2’si sağlıklı olarak bulunmuştur. Ortoreksiya eğilimli ve sağlıklı olan katılımcıların sigara kullanımlarına bakılmış ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p0,05). Ortoreksiya eğilimli kadınlar ile sağlıklı olanların ekmek tüketimleri arasında istatistiksel yönden anlamlı farklılık vardır ( Daha fazlası Daha az

Premenstrual Sendromu Olan Kadınlarda Yeme Bağımlılığı: Bulmacanın Yeni Parçası

DİLEK ONGAN | AYŞE NUR SONGÜR BOZDAĞ

Makale | 2021 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi6 ( 2 ) , pp.39 - 46

Amaç: Bu kesitsel çalışma premenstrual sendrom (PMS) ve yeme bağımlılığı arasındaki ilişkiyi incelemek amacı ile yapıldı. Gereç ve Yöntem: Araştırmanın verileri Mart 2020-Haziran 2020 tarihleri arasında toplandı. Araştırmanın örneklemini 20-45 yaşlarında olan, İzmir’de yaşayan, gebe/emzikli olmayan ve postmenopozal dönemde bulunmayan 155 kadın oluşturdu. Veriler sosyo-demografik özelliklere dair soruların, Premenstrual Sendrom Ölçeği’nin ve Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği’nin yer aldığı bir anket formu ile toplandı. Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 23,32±5,13 yıldı, %89,7’si bekârdı ve %65,2’si ortaöğretim (lise) mezunuydu. Prem . . .enstrual Sendrom Ölçeği toplam puan ortalaması 121,68±37,96 olarak bulundu ve kadınların %61,3’ünde PMS varlığı saptandı. Beden Kütle İndeksine (BKİ) göre %16,1’i zayıf, %71,6’sı normal vücut ağırlığında, %9,7’si fazla kilolu ve %2,6’sı şişmandı. BKİ sınıflandırmaları ile PMS arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak önemli olduğu tespit edildi ( Daha fazlası Daha az

Fitzpatrick Ritim Kuramına Göre Bir COVID-19 Pandemi Servisi Sorumlu Hemşiresinin Deneyimleri: Nitel bir çalışma

DİLEK ONGAN | AYŞE NUR SONGÜR BOZDAĞ

Makale | 2021 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi6 ( 2 ) , pp.163 - 167

COVID-19 günlük hayatın akışını etkilediği için küresel bir kriz olarak tanımlanmaktadır. COVID- 19 hasta bakımı ve izleminde etkin görev alan hemşireler kriz sürecinde hasta bakımında en iyi sonuca ulaşmayı hedeflemektedir. Kuramlar mesleğinin gelişmesine katkıda bulunmakta hemşirelere doğru olanı uygulama konusunda rehber olmaktadır. Fitzpatrick’in ritim kurama göre; kriz anında bireyin bütünlüğü tehdit altında kalmaktadır. Bireyin deneyimlediği krizler bireyin gelişim sürecindeki ritmik çıkışları belirtmekte, zamansal, hareketsel, bilişsel ve algısal davranışlarını etkilemektedir. Nitel olarak planlanan çalışmada; COVID-19’da bir . . . pandemi sorumlu hemşiresinin deneyimleri Fitzpatrick ritim kuramına göre değerlendirildi. Pandemi sürecinde iş-ev yaşantısında aldığı önlemler ve pandemi sürecinde hemşire olmakla ilgili görüşleri sunuldu. Çalışmada; pandemi servis sorumlu hemşiresinin sorumluluğunun arttığı, bulaş alma ve bulaştırma endişesi yaşadığı belirlendi. COVID-19 is defined as a global crisis because it affects the flow of the daily life. Nurses who play an active role in the patient care and follow-up processes of COVID-19 aim to achieve the best results in patient care during the crisis period. Theories contribute to the development of the nursing profession and they guide nurses regarding providing the right care. According to Fitzpatrick's rhythm theory, in case of crisis, the integrity of the individual is under threat. The crises experienced by the individual specify the rhythmic exits in the development process of the individual, and affect his/her temporal, motional, cognitional, and perceptual behaviors. In this qualitatively planned study, the experiences of a charge nurse of a COVID-19 pandemic department were evaluated according to the Fitzpatrick’s rhythm theory. Her work-home life measures against to the pandemic and her opinions about being a nurse during pandemic processes were presented. In the study, it was determined that the responsibility of the charge nurse was increased, and he experienced contamination and transmission anxiety Daha fazlası Daha az

Mekanik Ventilasyon Desteğinde Olan Hastalarda Müzik Terapinin Sedasyon Düzeyi ve Yaşamsal Belirtiler Üzerine Etkisi: Bir Pilot Çalışma =The Effect of Music Therapy on Sedation Levels and Vital Signs of Patients under Mechanical Ventilatory Support: A Pilot Study

DERYA UZELLİ YILMAZ | ESRA AKIN | SERKAN ÇELİK | GÜLAY OYUR ÇELİK

Makale | 2016 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi1 ( 3 ) , pp.21 - 27

Amaç: Araştırma, mekanik ventilasyon desteğinde olan hastalarda müzik terapinin sedasyon düzeyi ve yaşamsal belirtiler üzerine etkisini incelemek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Gereç ve Yöntem: Araştırma, deneysel desende tasarlanmış, randomize kontrollü bir pilot çalışmadır. Araştırmanın örneklemini, bir eğitim ve araştırma hastanesinin Anesteziyoloji ve Reanimasyon Kliniğinde yatmakta olan, mekanik ventilasyon desteğinde olan, yetişkin yaş grubu, nörolojik ve psikiyatrik hastalık tanısı almamış, sedasyon tedavisi uygulanan, nöromüsküler bloker ilaç tedavisi almayan, yüksek doz inotrop desteğinde olmayan, hemodinamik stabilli . . .ği olan, mekanik ventilatör modları aynı, Glaskow koma skalası puanı 9 ve üstünde olan, işitme problemi olmayan hastalar oluşturmuştur. Araştırmanın verileri “Hasta Tanıtım Formu”, “Yaşamsal Belirtiler İzlem Formu” ve “Amerikan Yoğun Bakım Hemşireler Birliğinin Sedasyon Değerlendirme Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Deney grubunda yer alan hastalara 60 dakika süre ile Klasik Batı Müziği eserleri (Barok Dönemi) kulaklık ile dinlettirilmiştir. Müzik terapinin 0., 30. ve 60. dakikalarında ölçümlere ilişkin veriler ilgili formlara kaydedilmiştir. Verilerin analizinde sayı, yüzde, ortalama, The Friedman ve Wilcoxon testleri kullanılmıştır. Bulgular: Deney grubundaki hastaların müzik terapinin 0., 30. ve 60. dakikalarında ölçülen sistolik ve diyastolik kan basıncı ile oksijen satürasyonu değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunurken, kontrol grubunun aynı dakikalarda ölçülen değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Deney grubunun müzik terapinin 0. ve 60. dakikalarında Amerikan Yoğun Bakım Hemşireler Birliğinin Sedasyon Değerlendirme Ölçeği alt ölçeklerinden aldıkları puan ortalamaları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Araştırmamızın sonuçları, müzik terapinin mekanik ventilasyon desteğinde olan hastalarda sedasyon ihtiyacını azalttığını, yaşam bulguların değerlerini olumlu yönde etkilediğini göstermektedir. Objective: The study was conducted to investigate the effects of music therapy on sedation levels and vital signs of patients under mechanical ventilation support. Material and Method: The study which was designed in an experimental design is a randomized controlled pilot study. The study sample was composed of patients hospitalized at Anesthesiology and Reanimation Clinic of an education and research hospital, were under mechanical support, in the adult age group, without a diagnosis of neurological and psychiatric disorder, taking sedation therapy, not receiving treatment of neuromuscular blocker medications, not in highdose inotropic support, had hemodynamic stability, had similar mechanical ventilation modes, had 9 or above Glascow coma scale, and without a hearing problem.. Data were collected with “Patient Identification Form”, “Vital Signs Patient Follow-up Form” and “Sedation Scale for the Assessment of the American Association of Intensive Care Nurses”. Intervention group patients listened up the music consists of Classical Music is “Barouque period” works by using the headphones for 60 minutes. Measurement data of the patients were recorded at baseline (0. minute), , at the 30th minute and the 60th minute of the therapy. Data were analysed with number, percentage, mean and The Friedman and Wilcoxon tests. Findings: While a significant difference for the patients in experimental group was found between systolic and dialostic blood pressure, and oxygen saturation scores at the 0th , 30th and 60th minutes of the music therapy, no significant difference between the values at the same minutes was determined for the control group. There was a statistically significant difference between the mean scores from the sub-scales of American Association of Intensive Care Nurses Scale at the 0th and 60th minutes of the music therapy of the experimental group. Conclusion: These results suggest that music therapy reduces the need for sedation in patients on mechanical ventilation support and positively affect the value of vital signs Daha fazlası Daha az

Hemşirelik Öğrencilerinin Empati Düzeylerine Göre Kültürlerarası Duyarlılıkları = Intercultural Sensitivity of Nursing Students According to Their Empathy Level

NURAY EGELİOĞLU CETİŞLİ | GÜLŞEN IŞIK | BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI | BERNA NİLGÜN ÖZGÜRSOY URAN | ELİF ÜNSAL AVDAL | EKİN DİLA TOPALOĞLU ÖREN

Makale | 2016 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi1 ( 1 ) , pp.27 - 33

Amaç: Bu çalışmanın amacı; hemşire adaylarının kültürlerarası duyarlılık ve empati düzeyleri arasındaki ilişkiyi belirlemek; birinci ve dördüncü sınıfta okuyan öğrencileri bu açıdan karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Bu araştırma; bir devlet üniversitesinin hemşirelik bölümünde öğrenim gören birinci ve dördüncü sınıf hemşirelik öğrencileri ile tanımlayıcı ve karşılaştırılmalı olarak yürütülmüştür. Veriler Birey Tanıtım Formu, Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği ve Temel Empati Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Araştırmanın evrenini, araştırmanın yürütüldüğü üniversitenin Hemşirelik Bölümü öğrencileri; örneklemini ise birinci ve . . . dördüncü sınıflarda öğrenim gören 320 öğrenci oluşturmuş, 195 öğrenci çalışmaya katılmayı kabul etmiştir. Bulgular: Birinci sınıfta öğrenim gören öğrencilerin yaş ortalaması 19.12±1.49 yıl, % 77.1’i kadın olup, dördüncü sınıfta öğrenim gören öğrencilerin yaş ortalaması 22.11±0.85 yıl, % 82.6’sı kadındır. Birinci sınıftaki öğrencilerin % 69.7’si başka kültürden insanlarla tanıştığını, % 51.4’ü kültürlerarası duyarlılığa ilişkin bilgi almadığını, dördüncü sınıf öğrencilerinin %84.9’u başka kültürden insanlarla tanıştığını, %65.1’i kültürlerarası duyarlılığa ilişkin bilgi almadığını ifade etmiştir. Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıflara göre yaş ortalamaları ve başka kültürlerden insanlarla tanışma durumları arasında fark vardır. Araştırmaya katılan öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıflara göre Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği ve Temel Empati Ölçeği toplam ve alt ölçek puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak fark yoktur. Birinci ve dördüncü sınıf öğrencilerinin Kültürlerarası Duyarlılık Ölçeği ve Temel Empati Ölçeği toplam puan ortalamaları arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Sonuç: Çalışmada hemşirelik öğrencilerinin empati düzeylerinin artması ile kültürlerarası duyarlılıklarının arttığı saptanmıştır. Bu sonuca göre; hemşirelik eğitimi sırasında öğrencilerin iletişimin en temel unsuru olan empati becerisini kazanmalarının, hastaya özgü ve kültüre duyarlı bakım vermede katkısı olduğu düşünülmektedir. Objective: The purpose of this research is to determine the relationship between intercultural sensitivity and empathy level of nursing students and to compare the junior and senior students in this respect. Material and Method: This research is descriptively and comparatively carried out with freshmen and senior nursing students who attend a state university. The data have been collected by using Individual Description Form, Intercultural Sensitivity Scale and Basic Empathy Scale. Population of this research is the nursing students of the university that this research is carried out; sample of the research is 320 freshmen and senior students who are currently studying, and only 195 students accepted to join. Findings: The mean age of the freshmen was 19.12±1.49 years and 77.1% of them were women; the mean age of the seniors was 22.11±0.85 years and 82.6% of them were women. It has been designated that 69.7% of the freshmen met people from other cultures, 51.4% of them got no information about intercultural sensitivity; and 84.9% of the seniors met people from other cultures, 65.1% of them got no information about intercultural sensitivity. There is a difference between the mean age of the students and the status of meeting someone else from other cultures according to their year. There is no statistical difference between the Intercultural Sensitivity Scale and Basic Empathy Scale, mean total and sub-scale scores according to the year of the students. It has been determined that there was a positive and significant relation between the mean total scores of freshmen and senior Intercultural Sensitivity Scale and Basic Empathy Scale. Conclusion: It has been determined that as empathy level of the students increased, intercultural sensitivity of them also increased. Consequently, it is concluded that acquiring the skills of empathy during the nursing education has a contribution to making patient-specific and culture-sensitive care Daha fazlası Daha az

Evaluation of Disability and Hopelessness in Multiple Sclerosis Patients

NURAY EGELİOĞLU CETİŞLİ | GÜLŞEN IŞIK | BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI | BERNA NİLGÜN ÖZGÜRSOY URAN | ELİF ÜNSAL AVDAL | EKİN DİLA TOPALOĞLU ÖREN

Makale | 2021 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi6 ( 3 ) , pp.7 - 11

Objective: Multiple sclerosis (MS) is a chronic and irreversible neurological disease. MS patients often experience hopelessness, especially for reasons such as impaired body image caused by disability, inadequate social support, prolonged treatments, activity limitations, and dependence on someone else’s care. This study was conducted to evaluate the disability and hopelessness of individuals diagnosed with MS and to determine the relationship between socio-demographic variables. Material and Method: This cross sectional study was conducted with 96 MS patients. The data were collected between September 1 and December 30, 2019 using . . . a Patient Information Form that included socio demographic characteristics, the Brief Disability Questionnaire (BDQ), and the Beck Hopelessness Scale (BHS). Kolmogorov-Smirnov, Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis, ANOVA, and independent samples t-test were used in the evaluation of the data; corrected Bonferroni test was used to determine the differences between the groups. Results: The mean score of BDQ was 9.64±6.67, and BHS was 9.32±2.23. Moreover, a negative correlation was detected between the scores of BDQ and BHS (r=-0.28; Daha fazlası Daha az

Türkiye’de Üniversitelerin Hemşirelik Eğitiminde Kullandığı İnovatif Yaklaşımlar

NURAY EGELİOĞLU CETİŞLİ | GÜLŞEN IŞIK | BESTE ÖZGÜVEN ÖZTORNACI | BERNA NİLGÜN ÖZGÜRSOY URAN | ELİF ÜNSAL AVDAL | EKİN DİLA TOPALOĞLU ÖREN

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.261 - 267

Amaç: Hemşire eğitimcilerin inovasyonu başlatabilmek ve sürdürebilmek için öğrencilerin mesleki bilgi ve becerilerinin arttırılmasını sağlayan inovatif yaklaşımları hemşirelik müfredatına dâhil etmesi gerekmektedir. Bu çalışma, Türkiye’de üniversite düzeyinde eğitim veren hemşirelik programlarında hemşirelik eğitiminde inovatif yaklaşımların kullanımını belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Nicel araştırma yönteminden yararlanarak tanımlayıcı tipte yürütülen araştırmanın evrenini Türkiye’de lisans düzeyinde hemşirelik eğitimi veren 128 üniversite oluşturmuştur. Bu evrenden araştırma verileri için anket sorularına 1 Ağust . . .os 2019 –31 Ağustos 2020 tarihleri arasında posta yoluyla cevap veren 89 üniversite araştırmanın örneklemini oluşturmuştur. Veriler araştırmacılar tarafından literatür taraması ile hazırlanan “İnovasyon Profiline İlişkin Durum Anketi” ile toplanmıştır. Bulgular: Araştırma kapsamına dâhil edilen hemşirelik programlarının %32,6’sı 1-10 yıldır lisans eğitimi vermekte ve en yüksek oranla %97,7’sinde Kadın Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı bulunmaktadır. Hemşirelik okullarının %98,9’unda mesleki beceri laboratuvarı ve %55,1’inde simülasyon laboratuvarı bulunmaktadır. Hemşirelik programlarında en yüksek oranda düşük gerçeklikli mankenler, parça görev öğreticileri, gerçekliği arttırılmış modeller, daha az oranda bilgisayar destekli simülatörler ve simüle/standart hasta ve en az oranla sanal gerçeklik, web tabanlı eğitim modülü ve mulaj kullanımı mevcuttur. Sonuç: Lisans düzeyinde eğitim veren hemşirelik programlarının eğitimlerinde inovatif yaklaşımları kısmen kullandığı ve kullanımının geliştirilmesine gereksinim olduğu söylenebilir. Objective: Nurse educators need to include innovative approaches in the nursing curriculum to increase students’ professional knowledge and skills to initiate and sustain innovation. This study aimed to determine the use of innovative approaches to nursing education in nursing schools in Turkey that provide education at the university level. Material and Method: The research is designed in descriptive type. The universe of study at the graduate level of nursing education in Turkey has created 128 universities. From this universe, 89 universities responded to the survey questions by mail between August 1, 2019, and August 31, 2020, constituting the search sample. The data were collected by the “Survey on Innovation Profile” prepared by researchers through a literature review. Results: 32.6% of the nursing programs included in the study have provided undergraduate education for 1-10 years, and 97.7% of these programs have a Department of Women’s Health Nursing with the highest rate. 98.9% of the nursing schools have vocational skills laboratories, and 55.1% of them have simulation laboratories. In nursing programs, low-reality mannequins, part-task tutorials, and augmented models have been used at the highest rate; computer-aided simulators and simulated/standard patients have been used less frequently; and virtual reality, webbased training modules, and moulage have been used the least. Conclusion: It can be said that nursing schools providing undergraduate education partially use innovative approaches in their education, and the use of these approaches needs to be improved Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms