Filtreler
Filtreler
Bulunan: 22 Adet 0.001 sn
Tam Metin [1]
Yayın Tarihi [1]
Kayıt Giriş Tarihi [3]
Yayın Dili [1]
KONJENİTAL KALP HASTALIĞI OLAN VE OLMAYAN ÇOCUKLARIN GELİŞİMSEL ÖZELLİKLERİ VE EBEVEYN TUTUMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

YUSEIN HASAN VELI

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Araştırmanın amacı Konjenital Kalp Hastalığı olan ve olmayan 0-6 yaş grubu çocukların gelişimsel özellikleri ve ebeveyn tutumlarının karşılaştırılmasıdır. Yöntem: Araştırma olgu-kontrol türünde tasarlanmıştır. Araştırmanın İzmir Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kardiyoloji Polikliniği ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne bağlı özel kreş ve anaokullarında yürütülmüştür. Olgu (0-72 ay arasında tam düzeltme operasyonu geçirmiş, ameliyat üzerinden en az bir yıl geçmiş olan) ve kontrol gruplarında (kreş ve anaokullarında öğrenim gören herhangi bir kronik hastalığı olmayan) y . . .er alan çocukların verileri Sosyodemografik Soru Formu, Ebeveyn Tutum Ölçeği ve Denver Gelişim Testi kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Çalışmanın istatistiksel analizleri SPSS 25.0 programında yapılmıştır. Bulgular: Denver - II testi sonucu kalp hastalığı olan çocukların 6’sında (%18,8) normal, 8’inde (%25) anormal olarak bulunmuştur. Kalp hastalığı olmayan çocukların 11’inin (%34,4) Denver – II gelişim testi normal bulunmuş ve yalnızca 1’ inin (%3,1) anormal olduğu görülmüştür. Gruplar arasında belirlenmiş olan bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,033). Kalp hastalığı olan ve olmayan çocukların ebeveynlerinin izin verici tutum alt ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır ( Daha fazlası Daha az

TERMİNAL DÖNEM HASTALARA BAKIM VEREN HEMŞİRELERİN YAŞAM SONU BAKIMA YÖNELİK TUTUM VE DAVRANIŞLARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ

NEVVAL DEMİR

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Yaşam sonu hastası olarak kabul edilen terminal dönem hastalarının bakımında, hastaların duygusal ve fiziksel gereksinimlerini karşılayabilmek için sağlık çalışanlarının gerekli bilgi, beceri ve anlayışa sahip olmaları gereklidir. Tanımlayıcı ve ilişkisel olarak planlanan çalışmanın amacı ise yaşam sonu bakımın verildiği birimlerde çalışan hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışlarını etkileyen faktörlerin incelenmesidir. Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan bu çalışmada İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi anesteziyoloji ve reanimasyon yoğun bakım birimi, dahiliye . . .yoğun bakım birimi, palyatif bakım kliniği, Hatay Ek Bina palyatif bakım servisi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi anesteziyoloji ve reanimasyon yoğun bakım birimi ile Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Ve 3. basamak anesteziyoloji yoğun bakım, anestezi palyatif servis ve palyatif servis birimlerinde çalışan hemşireler (n:159) araştırmanın evrenini oluştururken, dahil olma kriterlerini karşılayan ve çalışmaya katılmaya gönüllü olan hemşireler (n:146) çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplamak amaçlı hemşirelerin sosyo-demografik bilgilerinin toplandığı “Kişisel Bilgi Formu”, ‘‘Yoğun Bakım Hemşirelerinin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışları Ölçeği’’ kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışlar Ölçeği toplam ölçek puan ortalaması 50,89±8,13, tutum alt boyut puan ortalaması 33,17±4,87, davranışları alt boyutunun ortalaması 17,72±4,95 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin yaş, mesleki deneyim süresi ve yoğun bakım ya da palyatif bakım deneyim süreleri ile YSBYTDÖ ölçek puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki olduğu (p0,05); mesleki deneyim süresi arttıkça toplam ölçek puan ortalamasının arttığı; 7yıl ve üzeri mesleki deneyim için toplam ölçek puan ortalamasının 54,36±7,93 olduğu, Yoğun bakım/ Palyatif bakım deneyim süresinin artmasıyla toplam ölçek puan ortalamasının arttığı; 5 yıl ve üzeri deneyim için toplam ölçek puan ortalamasının 54,20±7,55 olduğu bulunmuştur. Sonuç: Yaşam sonu dönemde bulunan hastalara bakım veren hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışlarını yaş, mesleki deneyim süresi ve yoğun bakım ya da palyatif bakım birimlerinde çalışmış olma durumlarının etkilediği, cinsiyet, eğitim durumu, palyatif bakım hakkında eğitim alma durumu, eğitim alınan yer, palyatif bakımla ilgili bir kursa katılma durumu, palyatif bakım sertifikası olma durumu, yoğun bakımla ilgili bir kursa katılma durumu, yoğun bakım sertifikası olma durumu, çalışılan kurumda ölümle karşılaşma sıklığı değişkenlerinin yaşam sonu bakım tutum ve davranışları üzerinde etkisinin olmadığı bulunmuştur Daha fazlası Daha az

HEMŞİRELERİN TAM EMZİRMEYE YÖNELİK GÖRÜŞLERİ

İREM GÜNBAY

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu çalışma hemşirelerin tam emzirmeye yönelik görüşlerinin incelenmesi amacıyla yürütülmüştür. Yöntem: Nitel araştırma yöntemlerinden fenomenolojik yaklaşımla yürütülen çalışma, Nisan 2021- Ocak 2022 tarihleri arasında, İzmir’de bir eğitim araştırma hastanesinin doğum sonu kliniklerinde ve gebe okulunda çalışan 15 hemşire ile yürütülmüştür. Veriler Birey Tanıtım Formu ve Yarı Yapılandırılmış Görüşme Formu kullanılarak toplanmıştır. Elde edilen veriler araştırmacılar tarafından tümevarım yaklaşımı ve içerik analizi yapılarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Hemşireler, 25-49 yaş aralığında olup, yaş ortalamaları 34,6 yıldır. Hemş . . .irelerin çoğunluğu (9 kişi) evli olup, üç hemşirenin iki yıl süreyle emzirmeyi sürdürdüğü, yedi hemşirenin ise altı ay tam emzirmeyi sağladığı belirlenmiştir. Nitel verilerin içerik analizi sonucunda tam emzirmeye yönelik bilinenler, hemşirelerin bireysel emzirme deneyimleri, tam emzirmenin etkileri, tam emzirmeyi etkileyen faktörler ve öneriler olmak üzere beş ana tema ve bu temalara ait alt temalar oluşturulmuştur. Hemşirelerin çoğunluğu tam emzirmenin tanımını Dünya Sağlık Örgütü tanımına uygun olarak yapmıştır. Hemşireler tam emzirmenin anne ve bebek sağlığı açısından yararlı olduğunu, tam emzirmeye yönelik görüşlerinin kendi emzirme deneyimlerinden etkilendiğini ifade etmiştir. Hemşireler genç anne yaşının, yüksek gelir düzeyinin, yetersiz süt algısının, primiparitenin, sezaryen doğum şeklinin, doğum öncesi eğitim almamanın, istenmeyen gebeliklerin, anne ve yenidoğan sağlığındaki olumsuzlukların ve olumsuz doğum deneyimlerinin kadınların tam emzirme süreçlerini olumsuz etkilediğini düşünmektedirler. Sonuç: Hemşirelerin kendi emzirme deneyimlerinin olumlu geçmesi mesleki yaşamlarında annelere verdikleri emzirme eğitiminin içeriğini etkileyebilmektedir. Bu nedenle konuya ilişkin bilgilerinin belli aralıklarla güncellenmesi sağlanmalıdır. Hemşireler gebeleri tam emzirmeye engel olan faktörler açısından gebelik ve gebelik öncesi dönemde vermiş oldukları danışmanlıklar sırasında değerlendirmeli ve erken dönemde gerekli önlemleri almalıdırlar Daha fazlası Daha az

HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNDE KARDİYOPULMONER RESÜSİTASYON FARKINDALIĞININ İNCELENMESİ

SELDA TURHAN

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Kardiyopulmoner Resüsitasyon (KPR), solunum ve dolaşımın aniden durması sırasında solunumun, kalbin ve beyin fonksiyonlarının yeniden kazanılması için yapılan acil müdahalelerdir. KPR’ nin yeterli bilgi ve donanıma sahip kişiler tarafından hemen başlatılıp efektif olarak yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda hemşirelik öğrencilerinin lisans eğitim sürecinde KPR konusunun önemini kavramaları, yeterli bilgiye sahip olmaları ve mezuniyet sonrası çalışma hayatına hazır bulunmaları oldukça önemlidir. Bu araştırmanın amacı hemşirelik öğrencilerinde KPR farkındalığının incelenmesidir. Materyal-Metod: Bu araştırma tanı . . .mlayıcı nitelikte olup, Ege Bölgesinde bir Üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Marmara Bölgesinde bir Üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesinde 2021-2022 Eğitim Öğretim Yılı Bahar döneminde öğrenim gören Hemşirelik bölümü öğrencileri ile yapılmıştır. Araştırmada 330 öğrenci çalışmaya gönüllü olarak katılmıştır. Araştırmada verileri; Öğrenci Tanıtım Formu ve KPR Farkındalık Anketi kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 23.0 paket programı kullanılmıştır. Verilerin analizinde, demografik özellikleri tanımlamak için sayı yüzde dağılımı ve tanımlayıcı istatistikler, t-testi, tek yönlü varyans analizi, Mann Whitney U ve Kruskal Wallis testleri kullanılmıştır. Araştırmanın etik açıdan uygunluğu için etik kurul onayı, yürütülmesi için kurum izni ve katılımcılardan sözel katılım onayı alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %74,8’i kadın, yaş ortalaması 21.87±1.38’ dir. Öğrencilerin KPR Farkındalık toplam ortalama puanı 25.40±7.38’dir. KPR farkındalık puanları ile üniversite, yaş, sınıf, mezun olunan lise, çalışma durumu, kursa katılma değişkenlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır ( Daha fazlası Daha az

KRONİK HASTALIKLARA SAHİP ÇOCUKLARIN OMAHA TANILAMA SİSTEMİNE GÖRE EVDE BAKIM GEREKSİNİMLERİNİN BELİRLENMESİ

DAMLA İLDOKUZ

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş: Tanımlayıcı tipte yürütülen bu araştırmanın amacı kronik hastalık tanısı almış çocukların Omaha Tanılama Sistemine göre evde bakım gereksinimlerinin belirlenmesidir. Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı tipte olan bu araştırma, bir eğitim ve araştırma hastanesinin süt-1/nöroloji servisinde Haziran 2020- Ocak 2021 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırmanın örneklemini, kronik hastalık tanısı almış ve evde bakım gereksinimi duyan çocuklar ve ebeveynleri oluşturmuştur (n=100). Veri toplamada görüşme formu ve Omaha Problem Sınıflandırma Sistemi Problem Sınıflandırma Listesi (PSL) ve Problem Değerlendirme Ölçeği (PDÖ) kullanılmıştır. Görüş . . .me formları çocukların ebeveynleri ile doldurulurken, Omaha Sistemi Sınıflandırma Sistemi hastaların genel durumu, fiziksel ve mental sağlığı, geçmiş hastalık öyküsünden yararlanılarak araştırmacı tarafından doldurulmuştur. Veriler tanımlayıcı istatistikler ile analiz edilmiştir. Bulgular: Çocukların %63’ü 0-1 yaş arasında olup %62’si erkektir. Çocukların tanıları incelendiğinde %55’i astım, %36’sı epilepsi, %7’si spinal müsküler atrofi ve %2’si romatoid artrittir. Omaha Sistemi Problem Sınıflama Listesi’ne göre toplam 42 problem alandan 29 problem alanı saptanmıştır. Otuz problem alanından 147 belirti-bulgu (tüm PSL ‘de 335 belirti –bulgu mevcuttur) belirlenmiştir. Her birey için ortalama belirti-bulgu sayısı 14’tür. En fazla tanı konulan problem alanları sırasıyla Psikososyal Alan (%21,08), Sağlık Davranışları Alanı (%20,47), Fizyolojik Alan (%51,08) ve Çevresel Alan (%7,48)’dır. PSL’ye göre tanılanan belirti-bulgular Uyku ve Dinlenme Düzeni (%64), Toplum Kaynakları ile İletişim (%62) ve Solunum (%59)’dur. Fizyolojik alanda en fazla görülen üç belirti-bulgu sırasıyla, Solunum (%59), Sinir-kas-iskelet (%36), Ağız Sağlığı (%30)’dır. Sağlık davranışları alanında en fazla görülen belirti-bulgular sırasıyla, Uyku ve Dinlenme (%64), Fiziksel Aktivite (%61), Çevresel alanda en fazla görülen üç belirti-bulgu sırasıyla, Konut (%47), Gelir (%26), Yaşanılan Mahalle (%5)’dir. Psikososyal alanda en fazla görülen üç belirti-bulgu sırasıyla, Toplum Kaynakları ile İletişim (%62), Sosyal Etkileşim (%39), Ruh Sağlığı (%3)’dır. Çevresel alan ile ilgili bilgi düzeyi puanları 3,72 -3,32; davranış puanları 3,18- 3,82 ve durum puanları 3,18-3,69; Psikososyal alan ile ilgili bilgi düzeyi viii puanları 2,94- 3,33, davranış puanları 3,14- 3,90 ve durum puanları 3,16-3,70; Fiziksel alan ile ilgili bilgi düzeyi puanları 3,20 -3,52; davranış puanları 3,86- 4,00 ve durum puanları 3-28- 3,84; Sağlık davranışları alanı ile ilgili bilgi düzeyi puanları 3,20 -3,37; davranış puanları 3,50- 3,93 ve durum puanları 3,50-3,70 arasında değişmektedir. Sonuç: Kronik hastalığı olan çocukların evde bakım gereksinimlerini bütüncül ve çok boyutlu belirleme ve bilgi-davranış ve durum yönüyle değerlendirmek açısından Omaha Tanılama Sistemi hasta bakım sonuçları açısından yararlı bir sistemdir Daha fazlası Daha az

MULTİPL SKLEROZLU BİREYLERDE TELEREHABİLİTASYON TABANLI MOTOR İMGELEME EĞİTİMİNİN AĞRI VE İLİŞKİLİ FAKTÖRLER ÜZERİNE ETKİSİ

HİLAL KARAKAŞ

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Telerehabilitasyon tabanlı dereceli motor imgeleme (DMİ) eğitiminin, multipl sklerozlu (MS) bireylerde ağrı ve ağrı ile ilişkili olduğu bilinen psikososyal değişkenler üzerine etkisini incelemektir. Yöntem: Randomize kontrollü değerlendirici kör araştırmaya kronik ağrısı olan 32 MS’li bireyler dâhil edildi. Katılımcılar, tedavi ve kontrol grubu olmak üzere ikiye ayrıldı. Kontrol grubundaki katılımcılar, rutin MS tedavilerine devam ederken, tedavi grubundaki katılımcılar 8 hafta boyunca telerehabilitasyon tabanlı DMİ eğitimi aldı. Değerlendirmeler başlangıçta, 8. ve 12. haftalarda yapıldı. Sonuç ölçütleri ağrı, motor imgeleme b . . .ecerisi, bilişsel fonksiyonlar, yorgunluk, yaşam kalitesi, uyku kalitesi, gündüz uykululuğu, depresyon ve anksiyete seviyeleriydi. Bulgular: Tedavi sonrası değerlendirmelerinde başlangıç değerlendirmesine kıyasla tedavi grubunda son iki ve yedi gün içindeki genel ağrı şiddetlerinde, son yedi gün içinde dirsek bölgesi hariç bölgelere göre ağrı şiddetlerinde, yorgunluk ve depresyon düzeylerinde anlamlı azalma görülürken, motor imgeleme yeteneği, yaşam kalitesi ve bilişsel fonksiyonların işlemleme hızı ve görsel bellek skorlarında artma saptandı (p0,05). Sonuçlar: Araştırmamız, DMİ eğitiminin, kronik ağrılı MS’li bireylerin rutin tedavilerine eklenebilecek, ağrı ve ilişkili psikososyal değişkenler üzerinde etkili bir tedavi yöntemi olabileceğini göstermektedir Daha fazlası Daha az

SIÇANLARDA DEKSMEDETOMİDİN VE KSİLAZİNİN FENTANİLİN ANALJEZİK ETKİSİ VE FENTANİL TOLERANSI ÜZERİNE ETKİSİ

DENİZ YILDIZ PEHLİVAN

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Fentanil (FEN) ağrı tedavisinde kullanılan güçlü bir opioid maddedir. μ-opioid reseptör (MOR)’ler opioidlerin farmakolojik etkilerine aracılık eder. Opioidlerin uzun süreli ve/veya yüksek dozlarda kullanılması sonucunda antinosiseptif etkilerine karşı tolerans gelişebilmektedir. Opioidlerin analjezik etkilerine karşı gelişen toleransın önlenmesi bu ilaçların klinikte daha etkin ve güvenli kullanımı için önemlidir. Bu amaçla α-2 adrenoreseptör agonistlerinden olan deksmedetomidin (DEX) ve ksilazin (KSL)’in, FEN toleransı ve analjezisi üzerindeki etkilerini araştırdık. Ayrıca, periaquaduktal gri cevher (PAG) ve spinal kord . . . (SC)’daki MOR ekspresyonu üzerine etkilerini immünohistokimyasal olarak inceledik. Materyal-Metod: Kırk sekiz adet erkek sıçan, kontrol, FEN, DEX, KSL, FEN+DEX ve FEN+KSL olacak şekilde altı gruba ayrıldı ve üç gün boyunca iki doz ilaç uygulandı. Analjezi testleri (tail-flick ve hot-plate) ve rotarod performans testi üç gün boyunca yapıldı. PAG ve SC çıkarılarak MOR ekspresyonu değerlendirildi. Bulgular-Sonuç: Analjezi test sonuçları, çalışmanın ikinci gününde FEN toleransının geliştiğini gösterdi. Buna karşın, kombine ilaç alan gruplarda FEN toleransının gelişmediği, FEN analjezisinin güçlendiği ve FEN’in analjezik etki süresinin uzadığını tespit ettik. Uygulanan ilaçların hiçbiri sedasyon veya motor inkoordinasyona neden olmadı. PAG ve SC’nin morfolojik yapısı normal görünümdeydi. İmmünohistokimyasal analiz sonuçlarımız, grupların MOR ekspresyon seviyeleri arasında anlamlı bir fark olmadığını gösterdi. MOR ekspresyonunda değişiklik meydana gelmemesi, ilk günlerde gelişen FEN toleransında MOR ekspresyon yoğunluğundaki değişimden ziyade ikincil haberci sistemindeki değişikliklerin daha etkin olabileceğini düşündürmüştür. α-2 adrenoreseptör agonistlerinin FEN toleransında moleküler düzeydeki etkilerini ortaya çıkarabilmek için daha ileri çalışmalara ihtiyaç vardır Daha fazlası Daha az

ÇÖLYAK HASTALIĞINDA THEMIS VE RUNX 3 GENLERİNİN EKSPRESYONLARININ İNCELENMESİ

MUSTAFA KURTULUŞ

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Çölyak Hastalığı; en çok buğday, arpa ve çavdar ile az miktarda yulafta bulunan gluten ve ilişkili proteinlerin vücuda alınmasıyla; genetik olarak eğilimli kişilerde ortaya çıkan, immün kökenli bir enteropatidir. HLA-DQ2 ve/veya HLA-DQ8, barsak mukozasında bulunan immün sistemin özel CD4+ yardımcı T hücrelerine; glutenin, gliadin gibi alt birimlerinden birini sunarak Çölyak hastalığına hassasiyeti arttırmak için gereklidir. Fakat, hastalık gelişimi için bu işlem, tek başına yeterli değildir. Bu çalışmanın amacı, kromozom 6q22.33 bölgesinde bulunan THEMIS (Thymocyte-Expressed Molecule Involved in Selection = Seçimle İlgil . . .i Timosit Ekspresyon Molekülü) ve kromozom 1p36.11 bölgesinde bulunan RUNX3 (Runt-related transcription factor family =RUNT ilişkili transkripsiyon faktörleri ailesi) genlerinin, Çölyak Hastalığı teşhisi konmuş çocukların ince barsak biopsi materyali ve periferik kanındaki ekspresyonlarını incelemektir. Materyal-Metod: Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Doku Tipleme laboratuvarında; hem yeni tanı almış hastaların hem de kontrol grubunun periferik kanından ve ince barsak doku biyopsilerinden total RNA izolasyonları gerçekleştirildi. İzole edilen ve nanodropta ölçümü yapılan RNA’ların, cDNA sentez kiti ile cDNA’ya çevrilerek; SYBRGreen Real-Time PCR yöntemi ile gen ifade analizleri yapılmıştır. Sonuç: Bu çalışmamızda, THEMIS ve RUNX 3 genlerinin dokudaki ekspresyonlarının periferik kandan daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Ayrıca hastalarımızda gerek Tip I Diabetes Mellitus’a yakalanma olasılığı (%16.6) gerekse HLA dağılımları dünya literatürüne göre yüksektir. Ancak çocukluk çağlarında ince barsak biyopsisi yapma zorunluluğu ve Covid-19 pandemisi bu çalışmamızda vaka sayılarını sınırlandırıcı faktörler olmuştur. Buna karşılık, ÇH’da bulunan HLA DQ2,5 ile DQ8 doku tiplerine sahip hastalarda; RUNX 3 ekspresyonları farklı bulunmuştur. Aynı şekilde dokuda THEMIS yükselmektedir ve THEMIS’in dokularda düşük bulunması durumunda, kişilerde başka bir otoimmün hastalık araştırılmalıdır Daha fazlası Daha az

COVID-19 YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNDE KİŞİSEL KORUYUCU EKİPMAN KULLANIMI İLE İLİŞKİLİ CİLT PROBLEMLERİ

LEYLA ALTIN

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu araştırmada COVID-19 yoğun bakım ünitelerinde kişisel koruyucu ekipman kullanımına bağlı cilt problemlerinin prevelansını belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Tanımlayıcı bir araştırma olan bu çalışma Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi COVID-19 yoğun bakım ünitelerinde görev yapan, kişisel koruyucu ekipman kullanan örneklem sayısı 82 olarak belirlenen hemşireler ile yürütüldü. Uzman görüşü alınarak hazırlanan; katılımcıların sosyo-demografik özelliklerini, kişisel koruyucu ekipmanlar kullanım ve bunlara bağlı cilt problemlerine yönelik soruları kapsayan anket formu gönüllü onamları alınarak, online formlar ile . . . link bağlantısı oluşturulup sosyal medya hesapları ile hemşirelere yöneltildi. Çevirimiçi anket yolu ile araştırmanı bağımlı ve bağımsız değişkenlere ilişkin veriler SPSS*25 ortamına aktarılarak veri seti oluşturuldu. İstatistiksel analizde, bağımlı ve bağımsız değişkenlerin yüzdelik dağılımları incelendi. Bağımsız ve bağımlı değişkenler arasındaki ilişkinin belirlenmesinde parametrik test varsayımlarının sağlaması halinde Ki-kare testi, tek yönlü varyans analizi ve student t testi; parametrik test varsayımlarının sağlanamaması durumunda ise Kruskall Wallis H testi ve Mann Whitney U testi kullanıldı. Bulgular: Hemşirelerin %64,63’ü kadın, %81,71’i lisans mezunudur. Hemşirelerin %42,68’i iç hastalıkları yoğun bakım ünitesinde görev almaktadır. Hemşirelerin yaş ortalaması 28,93±4,21, görev süresi ortalaması 46,61±43,25 aydır. COVID-19 ünitesinde çalışma süresi ortalaması 8,82±5,87 ay, günlük sağlık hizmeti verilen hasta sayısı ortalaması ise 15,15±6,88’dir. COVID-19 aşılanma hemşire oranı %79,27 iken, COVID-19’u geçiren hemşire oranı %37,80’dir. Sağlık hizmeti sunumu sırasında göz koruyucu gözlük, N95/ FFP2 maske, cerrahi maske, yüz koruyucu kalkanı/siperi, saç bonesi/koruyucusu kullanan hemşire oranları sırasıyla %97,3, %99,1, %99,1, %97,3 ve %82,9’dur. Hemşirelerin tümü eldiven kullanmışlardır. Çizme, tüm vücut tulum ve galoş kullandığını bildiren hemşire oranları sırasıyla %82,0, %86,5 ve %71,2 şeklindedir. Göz koruyucu gözlük kullanımına bağlı kızarıklık, N95-Tıbbi maske kullanımına bağlı evre I basınç yarası vi ve iz oluşumu, yüz koruyucu/siperlik kullanımına bağlı bölgesel ağrı, saç bonesi kullanımına bağlı iz oluşumu, eldiven kullanımına bağlı kızarıklık, çizme kullanımına bağlı evre I basınç yarası ve kızarıklık, tüm vücut tulumu kullanımına bağlı bölgesel ağrı, tek kullanımlık önlük kullanımına bağlı evre I basınç yarası, galoş kullanımına bağlı kızarıklık en fazla görülen cilt problemleri arasındaydı. Hizmet verilen hasta sayısı, kişisel koruyucu ekipmanları tek seferde kullanma süresi arttıkça cilt problemleri anlamlı düzeyde artış gösterdi ( Daha fazlası Daha az

ATROFİK MAKSİLLADA FARKLI YÖNTEM VE SAYIDA YERLEŞTİRİLEN ZİGOMATİK VE DENTAL İMPLANTLARLA OLUŞTURULAN MODELLERDEKİ STRES DAĞILIMLARININ SONLU ELEMAN ANALİZİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ

ÖMER ANKAYA

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu çalışmanın amacı, atrofik bir maksillaya farklı sayıda ve farklı planlamalarla dental ve zigomatik implantlar yerleştirilip, bukkal ve palatinal yönden oblik, okluzal yönden vertikal kuvvetler altında kemik dokular ve implant yüzeylerinde oluşan stres değerlerinin sonlu eleman analizi ile değerlendirilmesidir. Materyal ve Metod: Bu çalışmada 3 farklı implant planlaması yapılarak bu planlamalardaki zigomatik implantlar 2 farklı teknikle (intrasinüs ve ekstrasinüs) yerleştirildi. Model 1’de intrasinüs tekniği ile quad zigoma implantı yerleştirildi. Model 2’de ektrasinüs tekniği ile quad zigoma implantı yerleştirildi. Model 3’ . . .te intrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 2 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Model 4’te ektrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 2 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Model 5’te intrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 4 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Model 6’da ektrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 4 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Oluşturulan modellere posterior bölgede 4 ve 6 nolu dişlerin santral fossalarından 150 N vertikal, bukkal tüberküllerden 150 N oblik ve palatinal tüberküllerden 150 N oblik kuvvetler uygulandı. Bulgular: Farklı sayıda implantlarla oluşturulan modellerdeki stres değerleri incelendiğinde, stres değerlerinin implant sayısıyla ters orantılı olduğu ve implant sayısın artmasıyla azaldığı görülmüştür. Oblik kuvvetler, vertikal kuvvetlerden daha yıkıcı etkilere sebep olmuştur ve oblik kuvvetler kendi aralarında kıyaslandığında palatinal kuvvetler, bukkal kuvvetlere göre daha fazla stres oluşturmuştur. Alveolar kemikte oluşan stres değerlendirildiğinde kortikal kemikte oluşan stresin spongiöz vi kemikte oluşan strese göre daha fazla olduğu ve von mises değerlerinin en fazla oluştuğu bölgelerin implantların boyun bölgeleri olduğu tespit edilmiştir. Modeller kıyaslandığında; en az stres, ekstrasinüs yerleşimli dual zigoma implantlarına ilave olarak 4 tane dental implantın yerleştirildiği modelde meydana gelmiştir. Sonuç: Zigomatik implantlara ilave yerleştirilen dental implantların model üzerinde oluşan stresi azalttığı, oblik kuvvetlerin vertikal kuvvetlerden daha fazla stres yarattığı, intrasinüs ve ekstrasinüs tekniklerinin birbirine göre bariz üstünlüğünün olmadığı düşünülmektedir Daha fazlası Daha az

ADÖLESAN OLAN VE OLMAYAN GEBELERDE YEME TUTUMU VE BEDEN MEMNUNİYETİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

ARİFE SOYTÜRK

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu çalışma adölesan olan ve olmayan gebelerde yeme tutumu ve beden memnuniyetinin karşılaştırılması amacıyla yürütülmüştür. Yöntem: Tanımlayıcı ve karşılaştırmalı tipteki araştırmanın evrenini, Ekim 2021- Mayıs 2022 tarihleri arasında Türkiye'nin batısında bulunan bir hastanenin kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran adölesan ve adölesan olmayan gebeler oluşturmuştur. Araştırma iki grupta yürütülmüştür. Her iki gruba da primipar 28. gebelik haftası ve üzerinde olan, çalışmaya katılmayı engelleyecek psikolojik veya fiziksel hastalığı olmayan, gebelikte ortaya çıkan herhangi bir komplikasyona sahip olmayan, araştırma . . .ya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, Türkçe bilen, adölesanlar için 19 yaş ve altında, adölesan olmayanlar için 20 yaş üstünde olan toplam 169 gebe (85 adölesan, 84 adölesan olmayan gebe) dâhil edilmiştir. Veriler, Kişisel Bilgi Formu, Çok Yönlü Beden-Benlik İlişkileri Ölçeği ve Yeme Tutum Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, Mann Whitney U, Kruskal Wallis ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Adölesan gebelerin yaş ortalaması 18.76±0.42 yıl, evlilik yaş ortalaması 17.69±0.57 yıl, %69.4’ü ilköğretim ve altı eğitim düzeyine sahip, Beden Kitle İndeksi ortalaması 22.75±4.48 kg/m2, %36.5’inin gebeliği süresince aldığı kilo normal ve %31.8’sinin gebeliği planlı değildir. Adölesan olmayan gruptaki gebelerin ise yaş ortalaması 25.86±3.36 yıl, evlilik yaş ortalaması 23.85±3.25 yıl, %40.5’i yükseköğretim mezunu, Beden Kitle İndeksi ortalaması 24.23±5.00 kg/m2, %36.9’unun gebeliği süresince aldığı kilo normal ve %16.7’sinin gebeliği planlı değildir. Adölesan gebelerin Yeme Tutum Ölçeği puan ortalamalarının 20.35±8.99, adölesan olmayan gebelerin 16.97±8.18 olduğu (p< 0.05), adölesanların %15,3’ünde adölesan olmayanların ise %4,8’inde yeme bozukluğuna yatkınlığın olduğu (p< 0.05) aralarındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Adölesan gebelerin vi Çok Yönlü Beden Benlik İlişkileri Ölçeği puan ortalaması 182.89±19.82, adölesan olmayan gebelerin ise 195.91±25.31’dir ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p< 0.001). Ayrıca adölesan gebelerin Yeme Tutum Ölçeği ile Çok Yönlü Beden Benlik İlişkileri Ölçeği puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak negatif yönde zayıf ilişki olduğu (r= -0.33, p< 0.001) olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Adölesan gebelerin adölesan olmayan gebelere göre bedenlerinden memnuniyet düzeylerinin düşük, yeme bozukluğuna yatkınlıklarının daha fazla olduğu bulunmuştur. Hemşireler adölesan dönemde ortaya çıkan gebeliklerin sağlıklı bir şekilde sonlanabilmesi için olası beslenme sorunlarına karşı dikkatli olmalı, sorunları erken dönemde tanılamalı ve multidisipliner ekip ile birlikte çalışmalıdır. Hemşireler adölesana bakım verirken onu fizyolojik, psikolojik, sosyal, spiritüel bütün yönleriyle değerlendirmeli holistik bakım vermelidir Daha fazlası Daha az

SÜT DİŞLERİNE UYGULANAN FARKLI AMPUTASYON TEKNİKLERİNİN KLİNİK, RADYOGRAFİK OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ ve BU TEKNİKLERİN PULPA ODASI DENTİNİNE BAĞLANMA DAYANIMINA OLAN ETKİSİNİN İNCELENMESİ

BAŞAK BÖLÜKBAŞI

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Süt dişleri, daimî dişlerin ve çenelerin normal olarak gelişebilmelerinde, beslenme ve konuşma gibi fonksiyonların sağlanması ve estetiğin korunmasında rol oynayarak, çocuğun fiziksel ve psikolojik gelişimine katkı sağlamaktadır. Süt dişlerinin fizyolojik rezorbsiyonları gerçekleşip daimî dişler sürünceye kadar sağlıklı bir biçimde ağızda tutulmaları gerekmektedir. Bu randomize kontrollü klinik çalışmanın amacı; derin dentin çürüğüne sahip süt dişlerinde farklı amputasyon tekniklerinin başarısını klinik, radyografik ve restoratif olarak değerlendirmek ve bu tekniklerin restoratif materyallerin süt dişi dentinine bağlanma dayan . . .ımı üzerine etkisini incelemektir. Gereç ve Yöntem: İki kollu gerçekleştirilen çalışmanın birinci aşamasında, 5 ile 9 yaş arası toplam 81 gönüllü hastaya ait, çürüğün temizlenmesi sırasında pulpanın perfore olduğu 170 adet alt 1. veya 2. süt azı dişi değerlendirme kapsamına alındı. Dişler, randomize olarak 1 kontrol (ferrik sülfat) ve 4 çalışma grubundan (Biodentine®, lazer, düşük doz lazer, atmosferik basınçlı soğuk plazma) oluşan toplam 5 gruba ayrılarak amputasyon ve restorasyon işlemleri tamamlandı ve 6 aylık aralıklarla 24 ay boyunca klinik, restoratif ve radyografik olarak takip edildi. Çalışmanın ikinci aşamasında ise farklı amputasyon tekniklerinin süt dişi dentinine etkileri ve bu tekniklerin restoratif materyallerin süt dişi dentinine makaslama bağlanma dayanımı üzerine etkilerinin değerlendirilmesi için in-vitro ortamda hazırlanan 240 adet örneğe amputasyon teknikleri ve restorasyon işlemleri uygulandı. Daha sonra makaslama bağlanma dayanım testi uygulandı, ardından yüzey analizi ve kırılma tipleri incelendi. Elde edilen veriler istatistiksel olarak değerlendirildi. Tüm veriler için istatistiksel anlamlılık aralığı Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms