Filtreler
Filtreler
Bulunan: 17 Adet 0.001 sn
Tam Metin [1]
Yayın Tarihi [1]
Yayın Dili [1]
Karaciğer sirozu olan hastalarda günlük yaşam aktivitelerinin bakım veren yükü üzerine etkisi

FİKRİYE TURABA ERSEL

Yüksek Lisans | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETBu araştırma karaciğer sirozlu hastalarda günlük yaşam aktivitelerini gerçekleştirme düzeylerinin bakım veren yükü üzerine etkilerini belirlemek amacıyla bir üniversite hastanesinde 1 Kasım 2016 – 1 Şubat 2017 tarihleri arasında yapıldı. Örneklemi ardışık başvuran 57‟si yatan 63‟ü poliklinik hastası olmak üzere toplam 120 hasta ve 120 bakım veren oluşturdu. Araştırma verileri Hasta Bilgi Formu, Barthel Günlük Yaşam Aktiviteleri İndeksi, Bakım Veren Hasta Yakını Bilgi Formu, Zarit Bakım Veren Yükü Ölçeği Formu kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplandı. Verilerin analizinde ortalama ve yüzde, Student t-testi, Mann Whitney . . . U Testi, Kruskal Wallis Testi ve One-way ANOVA testi ve pearson korelasyon analizi kullanıldı. Hastaların yaş ortalaması 63,05±10,16 olup, 51,7‟si erkek, 80‟i evlidir. Hastaların orta düzeyde bağımlı olduğu (Barthel indeksi puan ortalaması 86,20±18,98) ve yaş, çalışma durumu, edinilmiş hastalığı olma, siroz aşaması ve komplikasyonların görülme durumunun günlük yaşam aktivitelerini etkilediği bulunmuştur. Bakım verenlerin yaş ortalaması 51,32±12,43 olup, 73,3‟ü kadın, 81,7‟si evli ve bakım yüklerinin hafif düzeyde (Zarit bakım yükü puan ortalaması 21,31±15,18) olduğu saptanmıştır. Bakım verenin cinsiyet, sağlık sorunu olma durumu ve bakıma ilişkin yaşanan sorunların bakım veren yükünü etkilediği görülmüştür. Günlük yaşam aktiviteleri ile bakım veren yükü arasında anlamlı bir ilişki olduğu, hastaların günlük yaşam aktivitelerindeki bağımlılık düzeyi arttıkça bakım verenin yükünün arttığı saptanmıştır.ABSTRACTThe aim of this study is to investigate effects of daily living activities on caregiver burden in patients with liver cirrhosis. The study is driven between 1 November 2016 – 1 February 2017 in an university hospital. The sample consist of 120 patients, 57 of them from the patient ward and 67 form the outpatient policlinics were included to the study. Data collected with face to face interviews using a demographic data form for patients and caregivers, Barthel Daily Living Activities Index and Zarit Caregiver Burden Scale. Data expressed as mean and percent, also for further statitiscal analysis, Student‟s t test, Mann Withney U-test, Kruskal Wallis test, One-way ANOVA and Pearson Analysis of Corelation were performed. Mean of the patients age was found as 63,05±10,16, 51,7 of them were men and 80 were married. Patients dependency were found as moderate ( Barthel Index Mean 86,20±18,98) and age, working status, having a chronic illness, grade of cirrhosis, and presence of complications were determined as factors effecting Daily living activities. Mean age of the caregivers found 51,32±12,43. Caregiver burden level determined according to the Zarit Burden Scale as mild (21,31±15,18 points), 73,3 of the caregivers were female and 81,7 were found to be as married. Gender, having a health problem and problems originated from care were found factors effecting burden of the caregivers. It was found that there was a significant relationship between activities of daily living and caregiver burden and that the burden of caregivers increasing parallelly with the level of dependence of the patients daily living activities Daha fazlası Daha az

Kadavra vericili böbrek nakli için çağrılan hastalara yapılan farklı cross-match testlerinin karşılaştırılması

Güngör, Toprak Hamdi

Yüksek Lisans | 2017 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

HLA antijenlerine karşı oluşan alloantikorlar, organ (greft) reddi ve fonksiyon kaybı ile ilişkili en önemli antikorlardır. Nakil öncesi hastalarda, daha önceden oluşmuş anti-HLA antikorlarının tespit edilmesi ve grefte karşı oluşacak immün reaksiyonun çaprazlama testlerinde belirlenmesi greft yaşam süresinde önemli bir yer tutar. Bu çalışmada İzmir Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde kadavra vericili böbrek nakli için çağırılan hastalara nakil öncesinde yapılan farklı çaprazlama test sonuçlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Ocak 2014 - Aralık 2016 tarihleri arasında, 113 kadavra vericili böbrek nakli için çağırılan 416 . . .hastanın komplemana bağlı sitotoksik (CDCXM), akım sitometri (FCXM), luminex donöre spesifik antikor (DSA) çaprazlama ve panel reaktif antikor tarama (PRA) sonuçları çalışmaya dâhil edildi. Kadavra vericilerinin yaş ortalaması 46,08±16,09 olup, ortalama kreatin değeri 1,20±0,81 (mg/dL) olarak bulundu. Nakil öncesi çaprazlama test sonuçlarına göre FCXM T hücre pozitiflik oranının CDCXM T hücreye göre daha fazla olduğu görüldü (sırasıyla %19,0, %15,1; Daha fazlası Daha az

Sıçanlarda doksorubisin ile oluşturulmuş kardiyotoksisite üzerine melatonin ve adrenomedullinin etkileri

Durdağı, Gülçin

Yüksek Lisans | 2017 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZET Bu çalışmada DXR ile oluşturulan kardiyotoksisite üzerine ADR’nin etkilerinin araştırılması ve bu etkilerin MEL gibi iyi bilinen bir antioksidan ile kardiyak hasarı önleyici etkisi açısından kıyaslanması hedeflenmiştir. Deneyde 8 haftalık, 300±50 gr ağırlığında, 32 adet Wistar albino erkek sıçan kullanılmıştır. Denekler dört gruptan oluşmaktadır: Kontrol, Doksorubisin (DXR), Doksorubisin+Melatonin (DXR+MEL) ve Doksorubisin+Adrenomedullin (DXR+ADR). Bir hafta boyunca DXR+MEL grubuna intraperitoneal yoldan her gün 10 mg/kg melatonin, DXR+ADR grubuna intraperitoneal yoldan her gün 12 μg/kg adrenomdullin verilmiştir. Deneyin 5. . . . gününde tüm gruplara kuyruk veninden tek doz DXR (45 mg/kg); kontrol grubuna ise SF enjekte edilmiş, 8. gününde EKG kayıtları alınmıştır. Hayvanlar dekapite edilip, biyokimyasal ve histolojik inceleme yapmak üzere kalp dokuları alınmıştır. Elektrokardiyografik, biyokimyasal ve histolojik farklılıklar Kruskal Wallis ve Mann Whitney U testleri uygulanarak karşılaştırılmıştır. Sonuç olarak DXR kardiyotoksisitesi DXR kullanımını kısıtlayan önemli bir yan etkidir. Bu toksisiteyi ortadan kaldırabilmek adına literatürde pek çok çalışma yapılmıştır. Çalışma grubumuz DXR kardiyotoksisitesini, bilinen güçlü bir antioksidan olan melatonin ile azaltmıştır. Ancak bir antioksidan olan ADR bu doz itibariyle toksisiteye karşı melatonin kadar güçlü koruyamamıştır Daha fazlası Daha az

Prematürelere beslenme sırasında uygulanan kanguru bakımı ve prone pozisyonunun rezidü miktarı, yaşam bulguları ve konfora etkisi

Özdel, Deniz

Yüksek Lisans | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETAraştırma, Prematürelere beslenme sırasında uygulanan kanguru bakımı ve prone pozisyonunun rezidü miktarı, yaşam bulguları ve konfora etkisini belirlemek amacıyla deneysel olarak yapılmıştır. Araştırma örneklemini, Ocak 2017- Haziran 2017 tarihleri arasında, İzmir ilinde bulunan Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesinde yatan, postnatal 28- 36. haftalar arasında olan, çalışma sırasında 1000 gramın üzerinde olan, stabil yaşam belirtileri olan ve orogastrik sondayla beslenen, alması gereken toplam protein ve enerji miktarının en az 75’ini enteral yoldan karşılayan, anne sütü ve eoprotein ile beslenen, araşt . . .ırma kriterlerine uyan 30 preterm bebek oluşturdu. Etik kurul, kurum ve annelerden yazılı izin alındı. Araştırmaya alınan her bebeğe ard arda günlerde, beslenme sırasında kanguru bakımı diğer gün prone pozisyonu verilerek aynı grup üzerinde iki farklı uygulamanın etkileri (yaşam bulguları, konfor puanı ve rezidü) değerlendirildi. Beslenmeden 30 dakika ve üç saat sonra veriler toplandı. Veri girişi bilgisayar ortamında SPSS (Statistical Package for Social Science for Windows) 22.0 kullanılarak yapıldı. Verilerin analizinde sayı-yüzde, aritmetik ortalama, bağımlı gruplarda t testi, Wilcoxon testi kullanılarak yapıldı. Beslenmeden 30 dakika sonrasında kanguru bakımının SpO2 ve solunum hızını olumlu etkilediği görülürken ( Daha fazlası Daha az

Atmosferik soğuk plazma uygulaması ve RGD peptid konjügasyonu ile yüzey modifikasyonu sağlanan dental implantların osseointegrasyon sürelerinin değerlendirilmesi

Kelebek, Seyfi

Doktora Tezi | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ABSTRACTIn this study, modification of the surface energy and physicochemical structure of same SLA surfaced dental implants by ACP, RGD peptid conjugation and the combination of these two technique, histological and biomechanical evaluation of osseointegration of these implants at 2, 4 and 8 weeks were aimed. Today, dental implants are used routinly in treatment of edentuolisim. It is needed a period of 3-6 months for the osseointegration of the inserted dental implants into jaw bone. To reduce this long time of osseointegration different techniques, implant designs and surface modifications are applied and implants can be provided . . . to jointhe prosthetic functions in an earlier time. In this study, we aim to shorten the 3-6 months osseointegration period. In literature, this study is the first which apply together ACP and RGD peptide to the same implant. At the end of this study, after obtaining favourable results it is aimed to produce new dental implants which are osseointegrated in an earlier time, can solve the patients problems related to edentuolisim in a shorter time and are more economic and prosthetically more convenient for the patientsÖZETBu çalışmada aynı yüzey yapısına sahip SLA yüzeyli dental implantlar kullanarak implantların yüzey enerjileri ve fizikokimyasal yapsını ASP, RGD peptid konjugasyonu ve bu iki tekniğin birlikte uygulamasıyla modifiye edilerek implantların osseointegrasyonunu 2, 4 ve 8 haftalık zaman periyotlarında biyomekaniksel ve histolojik olarak değerlendirmek amaçlanmıştır. Dental implantlar günümüzde eksik dişlerin tedavisinde rutin olarak kullanılmaktadır. Çene kemiğine yerleştirilen implantların osseointegrasyonu için 3-6 ay süreyle beklemek gerekmektedir. Bu süreyi kısaltmak adına birçok teknik, farklı implant dizaynları ve farklı yüzey modifikasyonları uygulanarak implantların protetik fonksiyonlara daha erken katılması sağlanmaktadır. Bu çalışmada 3-6 aylık osseointegrasyon süresini kısaltabilmek hedeflenmiştir. Literatürde aynı implant yüzeyine ASP ve RGD peptidi birlikte uygulayan bir çalışma olmaması bakımından bu çalışma bir ilktir. Çalışmanın sonunda elde edilen olumlu veriler ışığında klinik olarak daha kısa sürede osseointegre olan, hastaların dişsizliğe bağlı sorunlarını dahaerken sürede çözebilen ve protetik olarak daha uygun, daha ekonomik dental implantların üretilebileceği bilimsel bir kaynak ortaya çıkmıştır Daha fazlası Daha az

Pozitif mental sağlık ölçeği’nin Türkçe geçerlilik ve güvenirliği

Teke, Cemile

Yüksek Lisans | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETAmaç: Pozitif Ruh Sağlığı Ölçeği'nin (PRSÖ) Türkçe geçerlilik ve güvenirliğini yapmaktır. Yöntem: Metadolojik bir çalışmadır. Araştırmanın evrenini, Aralık 2016- Haziran 2017 tarihleri arasında bir üniversitenin Sağlık Billimleri Fakültesi Hemşirelik Bölümü’nde öğrenim gören 935 öğrenci oluşturmuştur. Örneklem belirlenirken, ölçek madde sayısı 39’un on katı (390) öğrenciye ulaşılması hedeflenmiş ve kayıplar da göz önünde bulundurularak lisans düzeyindeki 499 gönüllü öğrenci hemşireden veri toplanmıştır. Veriler Tanıtıcı Bilgi Formu ve Pozitif Ruh Sağlığı Ölçeği ile toplanmıştır.ABSTRACTObjective : The objective of this study is . . .to carry out the validity and reliability of Positive Mental Health Scale (PMHS). Method: It is a methodological study. The population of the study is composed of 935 students attending the department of Nursing, Faculty of Medical Sciences of a university between December, 2016- June 2017. In determining the sample, it was aimed to reach ten times(390) as many students as 39- the number of scale items- and considering the losses, data were collected from 499 volunteering under graduate student nurses. The data were collected through Introductory Information Form and Positive Mental Health Scale Daha fazlası Daha az

Farklı yüzey hazırlama ve silanlama tekniklerinin CAD-CAM materyallerinin bağlanma dayanımına etkisi

Çakır, Mustafa

Doktora Tezi | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Özet:Günümüzde CAD-CAM sistemleri ile yapılan restorasyonlar diş hekimliğinde giderek yaygınlaşmaktadır. Bu restorasyonların diş dokularına bağlanmasını sağlayan adeziv sistemlerde de gelişmeler yaşanmaktadır. Yapıştırma simanlarının restorasyona olan bağlanma dayanımı, restorasyonun başarısı açısından önemlidir. Simantasyondan önce materyale uygulanan yüzey hazırlama işlemleri iyi bir adezyon açısından krtik öneme sahiptir. Bu çalışmanın amacı farklı yüzey hazırlama teknikleri ve silanlama prosedürlerinin RelyX Ultimate simanın CAD-CAM materyallerine olan bağlanma dayanımına etkisini değerlendirmektir.Summary:Nowadays, restorations . . . which made using CAD-CAM sytems, are becoming widespread. Also improvements have occured about adhesive systems which enables connection between restoration and tooth structure. Bond strength of luting cements to restorations is important for the success of restorations. Surface treatments applied to material prior to cementation has a critical importance for good adhesion. The aim of this study is to investigate the effects of different surface treatments and silane techniques on bond strenght between RelyX Ultimate cement and CAD-CAM materials.Kaynakça içerir Daha fazlası Daha az

İnsan fetüslerinde üst ekstremite kas gelişiminin mikroskopik yöntem ile araştırılması

Çizmeci, Gizem

Yüksek Lisans | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETGiriş-Amaç: Kas lifi gelişimi üzerine yapılan çalışmaların çoğunun doğumdan sonra hayvan veya insan fetuslarında yapıldığı görülmektedir. İntrauterin döneme ait kasların gelişim parametrelerini inceleyen çok az sayıda çalışma bulunmaktadır. Yapılan çalışmalar çoğunlukla çeşitli kasların morfometrik özelliklerine odaklanmaktadır. Çalışmamızda fetal dönemde üst ekstremite kaslarının gelişim parametreleri proksimalden distale ortalama lif sayısı ve parankima,/stroma oranları bakımından incelenmiştir.Materyal-Metod: Bu amaçla anabilim dalımıza ait ekstemal anomalisi bulunmayan insan fetüslerinin m.deltoideus, m.biceps brachii ve m.f . . .leksor carpi radialis kaslarından örnekler alınarak üst ekstremite kas gelişim trendleri proksimalden distale değerlendirilmiştir. İnceleme için alınan histolojik kesitler üzerinde stereolojik yöntemden yararlanılarak ölçümler yapılmıştır.ABSTRACTIntroduction-Aim: Most studies on muscle fiber development appear to have been made in animal or human fefuses after birth. Very few studies have examined üe developmental paıameters of the muscs of üe intrauterine period. Most of the studies focus on the morphometric properties of various muscles. ln our study, the developmental paıameters of the upper extremity muscles in the fetal period were examined from üe proximal to the distal in terms of average fiber count and paıenchymal / stroma rates.Materials and Methods: For this purpose, 17 sample of human fetuses wıthout extemal anomalies were taken from m.deltoideus, m.biceps brachii arıd m.flexor carpi radialis muscles and the trends of upper extremity muscle development were assessed proimal to distally. The histological sections taken for the examination were measured using stereological method Daha fazlası Daha az

Yaşlılarda karar ağacı modeline göre düşme maliyetinin incelenmesi

Ağartıoğlu-Kundakçı, Gamze

Yüksek Lisans | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETYürütülen bu tez çalışmasının birincil amacı toplumda yaşayan 65 yaş ve üzerindeki bireylerde hastane dışında yaşanan düşmeler ile hemşireler tarafından uygulanan düşmeyi önleme girişimlerinin maliyetlerinin hipotetik olarak karar ağacı analizi yöntemiyle incelenmesidir. Araştırmanın ikincil amacı ise düşme maliyetini etkileyen etmenlerin belirlenmesidir. Kesitsel, retrospektif olarak planlanan bu çalışmanın evrenini bir eğitim ve araştırma hastanesinin acil servisine 01.01.2016 - 31.12.2016 tarihleri arasında düşme nedeniyle başvuran 65 yaş ve üstü tüm hasta dosyaları oluşturmuştur (N: 2271). Örneklem hesabına gidilmeden tam sa . . .yım yöntemiyle tüm evrene ulaşılması hedeflenmiş, araştırmaya dâhil edilme kriterlerine uygun 2075 hasta dosyası incelenmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak “Düşme Vaka Bilgileri ve Düşme Maliyeti Veri Toplama Formu” kullanılmıştır. Veri analizinde SPSS 22.0 (2014) ve TreeAge Pro Suit (2009) programları kullanılmıştır. Düşme ile hastaneye başvuran bireylerin yaş ortalaması 76,8 ± 7,8 (min: 65 – max: 101), 43,4’ü genç yaşlı ve 65,2’si kadındır. Acil servise başvuran hastaların 18,7’sinin hastaneye yatışı olduğu, bu hastaların 73,2’sinin ortopedi servisine yatış yaptığı belirlenmiştir. Başvuranların 52,4’ünde yaralanma meydana geldiği bulunmuştur. Düşme ile hastaneye başvuran bir kişinin ortalama maliyeti 1.197,86 ± 4.318,06 TL’dir. Olağan bakımda her bir kişi için ortalama 113,7 TL harcanırken, Model 1’de düşme olasılığını 3,5 azaltmak için kişi başına 1250 TL, Model 2’de 7,8 azaltmak için 337 TL, Model 3’te 11,3 azaltmak için 112 TL harcanması gerektiği bulunmuştur. Bu çalışmada test edilen düşme önleme programının genel olarak sağlık masraflarını artırırken düşmelerin azalmasını sağladığı sonucuna varılmıştır.ABSTRACTThe main objective of this thesis is to examine the falling which occurred outside the hospitals of the individuals aged 65 years and older and falling prevention initiatives applied by the nurses using hypothetically decision tree analysis method. The secondary aim of the study is to determine the factors affecting the falling costs.The study is planned as cross-sectional and retrospective and the population of the study consists of all recorded files of aged 65 years and older who applied to emergency service of a hospital due to falling between the date of 01.01.2016- 31.12.2016 (N: 2271). Two thousand seventy five patient files were examined in accordance with the research criteria. Falling Case Information and Falling Cost Data Collection Form was used as data collection tool in the study. SPSS 22.0 (2014) and TreeAge Pro Suit (2009) programs were used for data analysis. The mean age of the individuals who applied to hospital due to falling was 76.8 ± 7.8 (min: 65 - max: 101), 43.4 were young older and 65.2 were females. It was determined that 18.7 of the patients who applied to emergency service were hospitalized and 73.2 of these patients were hospitalized in the orthopedic department. 52.4 of the patients were found to be injured. The average cost of a person who applied to the hospital with falls was 1.197,86 ± 4.318,06 TL. It was found that in Model 1, 1250 TL per person needed to spend in order to reduce the risk of falling by 3.5, in Model 2, 337 TL per person needed to spend in order to reduce the risk of falling by 7.8 and in Model 3, 112 TL per person needed to spent to reduce the risk of falling by 11.3, while 113.7 TL per person spent in routine care. As a result of this thesis, it was concluded that the tested falling prevention program generally reduced the falling while increased the health costs Daha fazlası Daha az

Kadavradan yapılan böbrek nakillerinde, hasta-verici çiftlerinin HLA-DQ uyumunun saptanması ve nakil sonrası dönemde de novo ANTİ-HLA antikorlarının araştırılması

Totur, İsmail

Yüksek Lisans | 2017 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Böbrek nakli son dönem kronik böbrek yetmezliğinde kesin tedavi şeklidir. Böbrek nakillerinin başarısı için alıcı ve verici çiftlerinin arasındaki kan grubu ve HLA uyumu, DSA varlığı ve PRA pozitifliği önemlidir. Çalışmamızda Ocak 2014 -Eylül 2016 tarihleri arasında 25 hasta-kadavra vericisi çiftini kapsamaktadır. Alıcı-donor çiftlerinin HLA doku tiplemesi (HLA-A, B, C, DRB1, DQA1, DQB1) Luminex-SSO yöntemi yapılmıştır. Hastaların nakil öncesi, nakil sonrası dönemlerde oluşan anti-HLA antikorlarının Luminex-PRA yöntemi ile araştırılarak, sonuçların graft sağkalımı ile ilişkisi değerlendirilmiştir. Nakil öncesi dönemde hastaların %1 . . .2’sinde (n=3) PRA pozitifliği görülürken, nakil sonrası dönemde bu oran %20’ye (n=5) yükseldiği görüldü. Nakil sonrası dönemde PRA Sınıf-I’de %4 (n=1), PRA Sınıf-II’de %12 (n=3) DNDSA olmayan anti-HLA antikorları tespit edildi. Bir hastada DNDSA gelişmiştir. Bu antikorlar sınıf I DNDSA özelliğindedir. Bu hasta nakil sonrası beşinci ayda graftını kaybetmiştir. Çalışmamızda hasta ve kadavra çiftlerinde en fazla görülen HLA-DQA, DQB allelleri sırasıyla DQA*01, DQB*03, DQA*05 ve DQB*06’dir. Nakil sonrası dönemde oluşan Sınıf-II de novo anti-HLA antikorlarının %66,6’sı (n=2) anti-HLA DQ olduğu görüldü. Her iki hastada fonksiyonel graftleri ile yaşamlarını sürdürmektedir. PRA pozitif ve negatif hasta gruplarının GFH değerleri karşılaştırıldığında iki grup arasında istatiksel açıdan anlamlı bir ilişkiye saptanmamıştır. Hasta gruplarının uzun dönem takiplerinin yapılarak, anti-HLA antikorlarının graft üzerindeki etkisi izlenmesinin faydalı olacağı düşüncesindeyiz Daha fazlası Daha az

Gömülü 3. molar dişlerin cerrahi çekimi sonrası uygulanan düşük doz lazer tedavisinin ödem, trismus ve ağrı üzerine etkisinin değerlendirilmesi

Görgülü, Harun

Doktora Tezi | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ABSTRACTEvaluation of the Effect of Low-Level Laser Therapy on Edema, Trismus and Pain after Surgical Extraction of Impacted 3. Molar TeethObjectıves: The aim of this study is to evaluate the effects of low-level laser therapy(LLLT) applied on edema, pain, and trismus with 3dMD after mandibular third molar teeth surgery.Materials and Methods: Thirty patients with bilateral, symmetric, impacted mandibular third molar teeth were included in the study. Patients were included in the laser group on one side according to the arrival order of the clinic the other party was designated as the control group. Pain assessment, post-operative 3r . . .d and 6th hours and 1st, 2nd and 7th days were performed with VAS. Edema and trismus measurements were performed on postoperative 2nd and 7th days.Results: In the evaluation of pain, pain severity was less in the laser group on postoperative 1 st and 2 nd days but it is not statistically significant. In the evaluation of trismus, mouth opening in the laser group was not found to be statistically significant but it was found more on days 1 and 2. There was no statistically significant difference between the flexible ruler and 3DMD evaluation in the edema increase.Conclusions: It is not possible to come to a definite conclusion about the use of laser treatment to prevent post-operative complications. Different parameters and methods can be used in future studies.ÖZETGömülü 3. Molar Dişlerin Cerrahi Çekimi Sonrası Uygulanan Düşük Doz Lazer Tedavisinin Ödem, Trismus ve Ağrı Üzerine Etkisinin DeğerlendirilmesiAmaç: Çalışmanın amacı mandibular gömülü üçüncü molar dişlerin cerrahi olarak çekimi sonrası uygulanan düşük doz lazer terapisinin(DDLT) ödem, ağrı ve trismus üzerine etkilerinin 3dMD ile değerlendirilmesidir.Gereç-Yöntem: Çalışmamıza bilateral, simetrik, gömülü mandibular üçüncü molar dişleri bulunan 30 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar kliniğe geliş sıralarına göre bir tarafı lazer grubuna dâhil edilirken diğer taraf kontrol grubu olarak belirlenmiştir. Ağrı değerlendirmesi, post-operatif 3. ve 6. saat ile 1., 2. ve 7. günler VAS ile yapılmıştır. Post-operatif 2. ve 7. günlerde ödem ve trismus ölçümü yapılmıştır.Bulgular: Ağrı değerlendirmesinde post-operatif 1. ve 2. günlerde lazer grubunda ağrı şiddeti daha az ancak istatistiksel olarak anlamlı değildir. Trismus değerlendirilmesinde lazer grubunda ağız açıklığı istatistiksel olarak anlamlı olamamakla birlikte 1. ve 2. günlerde daha fazla bulunmuştur. Ödem artışında ise hem esnek cetvel hem de 3dMD değerlendirmesinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır.Sonuçlar: Lazer uygulamasının post-operatif komplikasyonları önlemek için kullanımı hakkında kesin bir yargıya varmak mümkün değildir. Sonraki çalışmalarda farklı parametreler ve yöntemler kullanılabilir Daha fazlası Daha az

Fazla kilolu, obez ve obez olmayan gebelerde doğum sonu depresyon ve emzirme davranışları

Ertop, Feyza

Yüksek Lisans | 2017 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

ÖZETBu araştırma fazla kilolu, obez ve obez olmayan annelerin gebelik ve doğum sonu dönemde depresyon ve emzirme davranışlarını incelemek amacıyla tanımlayıcı ve analitik araştırma tipine uygun olarak yürütülmüştür. Araştırma, Ekim 2016-Ocak 2017 tarihleri arasında Afyon’da bir devlet hastanesine rutin prenatal izlem için gelen ve örneklem kriterlerine uyan 119 obez olmayan, 110 fazla kilolu ve obez gebe ile üç izlemde tamamlanmıştır. Birinci izlem >37. gebelik haftasında poliklinikte, ikinci izlem doğum sonu ikinci günde serviste, üçüncü izlem ise doğum sonu 4-6. haftalar arasında kadın doğum polikliniğinde gerçekleştirilmiştir. Ve . . .riler, Birey Tanıtım Formu, Edinburgh Pospartum Depresyon Ölçeği (EPDÖ) ve LATCH Emzirme Tanılama Ölçeği kullanılarak araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Çalışmadan elde edilen bulgulara göre fazla kilolu ve obez annelerin obez olmayan annelere göre gebeliği isteme durumlarının daha düşük, sezaryen ile doğum oranlarının ve anne sütü dışında başka besin verme durumlarının daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Fazla kilolu ve obez annelerin,obez olmayan annelere göre doğum öncesidönem, doğum sonu ikinci gün ve doğum sonu 4-6. haftadaki EPDÖ puan ortalamaları daha yüksek,doğum sonu ikinci gün ve doğum sonu 4-6. Haftadaki LATCH puan ortalamaları daha düşüktür. Ayrıca tüm annelerin EPDÖ puan ortalamaları ile LATCH puan ortalamaları arasında negatif ilişki vardır. Sonuç olarak, fazla kilolu ve obez annelerin emzirme başarılarının daha düşük ve depresyon riskinin obez olmayan annelere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur.ABSTRACTThis study was carried out as a descriptive and comparative study in order to examine depression and breastfeeding behaviors of overweight, obese and non-obese mothers during pregnancy and postpartum period. It was completed in three follow-ups with 119 non-obese and 110 overweight and obese pregnant women who came to a state hospital in Afyon city between October 2016-January 2017 for routine prenatal follow-ups and fulfilled the sample inclusion criteria. First follow-up was carried out in outpatient clinic at >37th gestational weeks, second follow up was performed in the patient service at postpartum second day and third follow-up was performed between postpartum 4-6th weeks in gynecology outpatient clinic. Data were collected by the researcher with face-to-face interview method using Individual Description Form, Edinburgh Postpartum Depression Scale (EPDS) and LATCH Breastfeeding Assessment Tool. Based on the results obtained from the study, it was determined that demanding status of overweight and obese mothers’ for pregnancy was lower than the non-obese mothers and their delivery rates by caesarean section and their status of giving any nutrient other than breast milk were found to be higher. Mean EPDS scores of overweight and obese mothers at antenatal period, postpartum second day and postpartum 4-6th weeks were higher than the non-obese mothers, and their mean LATCH scores at postpartum second day and postpartum 4-6th weeks were lower. In addition, a negative correlation was found between mean EPDS scores and mean LATCH scores of all mothers. In conclusion, it was found that breastfeeding success of overweight and obese mothers was lower and their depression risk was higher compared to the non-obese mothers Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms