Filtreler
Filtreler
Bulunan: 27 Adet 0.003 sn
Tam Metin [1]
Yayın Tarihi [1]
Yayın Dili [1]
KONJENİTAL KALP HASTALIĞI OLAN VE OLMAYAN ÇOCUKLARIN GELİŞİMSEL ÖZELLİKLERİ VE EBEVEYN TUTUMLARININ KARŞILAŞTIRILMASI

YUSEIN HASAN VELI

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Araştırmanın amacı Konjenital Kalp Hastalığı olan ve olmayan 0-6 yaş grubu çocukların gelişimsel özellikleri ve ebeveyn tutumlarının karşılaştırılmasıdır. Yöntem: Araştırma olgu-kontrol türünde tasarlanmıştır. Araştırmanın İzmir Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Kardiyoloji Polikliniği ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’ne bağlı özel kreş ve anaokullarında yürütülmüştür. Olgu (0-72 ay arasında tam düzeltme operasyonu geçirmiş, ameliyat üzerinden en az bir yıl geçmiş olan) ve kontrol gruplarında (kreş ve anaokullarında öğrenim gören herhangi bir kronik hastalığı olmayan) y . . .er alan çocukların verileri Sosyodemografik Soru Formu, Ebeveyn Tutum Ölçeği ve Denver Gelişim Testi kullanılarak yüz yüze görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Çalışmanın istatistiksel analizleri SPSS 25.0 programında yapılmıştır. Bulgular: Denver - II testi sonucu kalp hastalığı olan çocukların 6’sında (%18,8) normal, 8’inde (%25) anormal olarak bulunmuştur. Kalp hastalığı olmayan çocukların 11’inin (%34,4) Denver – II gelişim testi normal bulunmuş ve yalnızca 1’ inin (%3,1) anormal olduğu görülmüştür. Gruplar arasında belirlenmiş olan bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p=0,033). Kalp hastalığı olan ve olmayan çocukların ebeveynlerinin izin verici tutum alt ölçeği puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık saptanmıştır ( Daha fazlası Daha az

TERMİNAL DÖNEM HASTALARA BAKIM VEREN HEMŞİRELERİN YAŞAM SONU BAKIMA YÖNELİK TUTUM VE DAVRANIŞLARINI ETKİLEYEN FAKTÖRLERİN İNCELENMESİ

NEVVAL DEMİR

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Yaşam sonu hastası olarak kabul edilen terminal dönem hastalarının bakımında, hastaların duygusal ve fiziksel gereksinimlerini karşılayabilmek için sağlık çalışanlarının gerekli bilgi, beceri ve anlayışa sahip olmaları gereklidir. Tanımlayıcı ve ilişkisel olarak planlanan çalışmanın amacı ise yaşam sonu bakımın verildiği birimlerde çalışan hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışlarını etkileyen faktörlerin incelenmesidir. Gereç-Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan bu çalışmada İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi anesteziyoloji ve reanimasyon yoğun bakım birimi, dahiliye . . .yoğun bakım birimi, palyatif bakım kliniği, Hatay Ek Bina palyatif bakım servisi, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi anesteziyoloji ve reanimasyon yoğun bakım birimi ile Tepecik Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Ve 3. basamak anesteziyoloji yoğun bakım, anestezi palyatif servis ve palyatif servis birimlerinde çalışan hemşireler (n:159) araştırmanın evrenini oluştururken, dahil olma kriterlerini karşılayan ve çalışmaya katılmaya gönüllü olan hemşireler (n:146) çalışmanın örneklemini oluşturmuştur. Veri toplamak amaçlı hemşirelerin sosyo-demografik bilgilerinin toplandığı “Kişisel Bilgi Formu”, ‘‘Yoğun Bakım Hemşirelerinin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışları Ölçeği’’ kullanılmıştır. Bulgular: Hemşirelerin Yaşam Sonu Bakıma Yönelik Tutum ve Davranışlar Ölçeği toplam ölçek puan ortalaması 50,89±8,13, tutum alt boyut puan ortalaması 33,17±4,87, davranışları alt boyutunun ortalaması 17,72±4,95 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin yaş, mesleki deneyim süresi ve yoğun bakım ya da palyatif bakım deneyim süreleri ile YSBYTDÖ ölçek puan ortalamaları arasında anlamlı bir ilişki olduğu (p0,05); mesleki deneyim süresi arttıkça toplam ölçek puan ortalamasının arttığı; 7yıl ve üzeri mesleki deneyim için toplam ölçek puan ortalamasının 54,36±7,93 olduğu, Yoğun bakım/ Palyatif bakım deneyim süresinin artmasıyla toplam ölçek puan ortalamasının arttığı; 5 yıl ve üzeri deneyim için toplam ölçek puan ortalamasının 54,20±7,55 olduğu bulunmuştur. Sonuç: Yaşam sonu dönemde bulunan hastalara bakım veren hemşirelerin yaşam sonu bakıma yönelik tutum ve davranışlarını yaş, mesleki deneyim süresi ve yoğun bakım ya da palyatif bakım birimlerinde çalışmış olma durumlarının etkilediği, cinsiyet, eğitim durumu, palyatif bakım hakkında eğitim alma durumu, eğitim alınan yer, palyatif bakımla ilgili bir kursa katılma durumu, palyatif bakım sertifikası olma durumu, yoğun bakımla ilgili bir kursa katılma durumu, yoğun bakım sertifikası olma durumu, çalışılan kurumda ölümle karşılaşma sıklığı değişkenlerinin yaşam sonu bakım tutum ve davranışları üzerinde etkisinin olmadığı bulunmuştur Daha fazlası Daha az

HEMŞİRELİK ÖĞRENCİLERİNDE KARDİYOPULMONER RESÜSİTASYON FARKINDALIĞININ İNCELENMESİ

SELDA TURHAN

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Kardiyopulmoner Resüsitasyon (KPR), solunum ve dolaşımın aniden durması sırasında solunumun, kalbin ve beyin fonksiyonlarının yeniden kazanılması için yapılan acil müdahalelerdir. KPR’ nin yeterli bilgi ve donanıma sahip kişiler tarafından hemen başlatılıp efektif olarak yapılması büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda hemşirelik öğrencilerinin lisans eğitim sürecinde KPR konusunun önemini kavramaları, yeterli bilgiye sahip olmaları ve mezuniyet sonrası çalışma hayatına hazır bulunmaları oldukça önemlidir. Bu araştırmanın amacı hemşirelik öğrencilerinde KPR farkındalığının incelenmesidir. Materyal-Metod: Bu araştırma tanı . . .mlayıcı nitelikte olup, Ege Bölgesinde bir Üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi ve Marmara Bölgesinde bir Üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesinde 2021-2022 Eğitim Öğretim Yılı Bahar döneminde öğrenim gören Hemşirelik bölümü öğrencileri ile yapılmıştır. Araştırmada 330 öğrenci çalışmaya gönüllü olarak katılmıştır. Araştırmada verileri; Öğrenci Tanıtım Formu ve KPR Farkındalık Anketi kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 23.0 paket programı kullanılmıştır. Verilerin analizinde, demografik özellikleri tanımlamak için sayı yüzde dağılımı ve tanımlayıcı istatistikler, t-testi, tek yönlü varyans analizi, Mann Whitney U ve Kruskal Wallis testleri kullanılmıştır. Araştırmanın etik açıdan uygunluğu için etik kurul onayı, yürütülmesi için kurum izni ve katılımcılardan sözel katılım onayı alınmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan öğrencilerin %74,8’i kadın, yaş ortalaması 21.87±1.38’ dir. Öğrencilerin KPR Farkındalık toplam ortalama puanı 25.40±7.38’dir. KPR farkındalık puanları ile üniversite, yaş, sınıf, mezun olunan lise, çalışma durumu, kursa katılma değişkenlerinde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar saptanmıştır ( Daha fazlası Daha az

ÇÖLYAK HASTALIĞINDA THEMIS VE RUNX 3 GENLERİNİN EKSPRESYONLARININ İNCELENMESİ

MUSTAFA KURTULUŞ

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Çölyak Hastalığı; en çok buğday, arpa ve çavdar ile az miktarda yulafta bulunan gluten ve ilişkili proteinlerin vücuda alınmasıyla; genetik olarak eğilimli kişilerde ortaya çıkan, immün kökenli bir enteropatidir. HLA-DQ2 ve/veya HLA-DQ8, barsak mukozasında bulunan immün sistemin özel CD4+ yardımcı T hücrelerine; glutenin, gliadin gibi alt birimlerinden birini sunarak Çölyak hastalığına hassasiyeti arttırmak için gereklidir. Fakat, hastalık gelişimi için bu işlem, tek başına yeterli değildir. Bu çalışmanın amacı, kromozom 6q22.33 bölgesinde bulunan THEMIS (Thymocyte-Expressed Molecule Involved in Selection = Seçimle İlgil . . .i Timosit Ekspresyon Molekülü) ve kromozom 1p36.11 bölgesinde bulunan RUNX3 (Runt-related transcription factor family =RUNT ilişkili transkripsiyon faktörleri ailesi) genlerinin, Çölyak Hastalığı teşhisi konmuş çocukların ince barsak biopsi materyali ve periferik kanındaki ekspresyonlarını incelemektir. Materyal-Metod: Tepecik Eğitim Araştırma Hastanesi Doku Tipleme laboratuvarında; hem yeni tanı almış hastaların hem de kontrol grubunun periferik kanından ve ince barsak doku biyopsilerinden total RNA izolasyonları gerçekleştirildi. İzole edilen ve nanodropta ölçümü yapılan RNA’ların, cDNA sentez kiti ile cDNA’ya çevrilerek; SYBRGreen Real-Time PCR yöntemi ile gen ifade analizleri yapılmıştır. Sonuç: Bu çalışmamızda, THEMIS ve RUNX 3 genlerinin dokudaki ekspresyonlarının periferik kandan daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Ayrıca hastalarımızda gerek Tip I Diabetes Mellitus’a yakalanma olasılığı (%16.6) gerekse HLA dağılımları dünya literatürüne göre yüksektir. Ancak çocukluk çağlarında ince barsak biyopsisi yapma zorunluluğu ve Covid-19 pandemisi bu çalışmamızda vaka sayılarını sınırlandırıcı faktörler olmuştur. Buna karşılık, ÇH’da bulunan HLA DQ2,5 ile DQ8 doku tiplerine sahip hastalarda; RUNX 3 ekspresyonları farklı bulunmuştur. Aynı şekilde dokuda THEMIS yükselmektedir ve THEMIS’in dokularda düşük bulunması durumunda, kişilerde başka bir otoimmün hastalık araştırılmalıdır Daha fazlası Daha az

COVID-19 YOĞUN BAKIM ÜNİTELERİNDE KİŞİSEL KORUYUCU EKİPMAN KULLANIMI İLE İLİŞKİLİ CİLT PROBLEMLERİ

LEYLA ALTIN

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu araştırmada COVID-19 yoğun bakım ünitelerinde kişisel koruyucu ekipman kullanımına bağlı cilt problemlerinin prevelansını belirlenmesi amaçlandı. Yöntem: Tanımlayıcı bir araştırma olan bu çalışma Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi COVID-19 yoğun bakım ünitelerinde görev yapan, kişisel koruyucu ekipman kullanan örneklem sayısı 82 olarak belirlenen hemşireler ile yürütüldü. Uzman görüşü alınarak hazırlanan; katılımcıların sosyo-demografik özelliklerini, kişisel koruyucu ekipmanlar kullanım ve bunlara bağlı cilt problemlerine yönelik soruları kapsayan anket formu gönüllü onamları alınarak, online formlar ile . . . link bağlantısı oluşturulup sosyal medya hesapları ile hemşirelere yöneltildi. Çevirimiçi anket yolu ile araştırmanı bağımlı ve bağımsız değişkenlere ilişkin veriler SPSS*25 ortamına aktarılarak veri seti oluşturuldu. İstatistiksel analizde, bağımlı ve bağımsız değişkenlerin yüzdelik dağılımları incelendi. Bağımsız ve bağımlı değişkenler arasındaki ilişkinin belirlenmesinde parametrik test varsayımlarının sağlaması halinde Ki-kare testi, tek yönlü varyans analizi ve student t testi; parametrik test varsayımlarının sağlanamaması durumunda ise Kruskall Wallis H testi ve Mann Whitney U testi kullanıldı. Bulgular: Hemşirelerin %64,63’ü kadın, %81,71’i lisans mezunudur. Hemşirelerin %42,68’i iç hastalıkları yoğun bakım ünitesinde görev almaktadır. Hemşirelerin yaş ortalaması 28,93±4,21, görev süresi ortalaması 46,61±43,25 aydır. COVID-19 ünitesinde çalışma süresi ortalaması 8,82±5,87 ay, günlük sağlık hizmeti verilen hasta sayısı ortalaması ise 15,15±6,88’dir. COVID-19 aşılanma hemşire oranı %79,27 iken, COVID-19’u geçiren hemşire oranı %37,80’dir. Sağlık hizmeti sunumu sırasında göz koruyucu gözlük, N95/ FFP2 maske, cerrahi maske, yüz koruyucu kalkanı/siperi, saç bonesi/koruyucusu kullanan hemşire oranları sırasıyla %97,3, %99,1, %99,1, %97,3 ve %82,9’dur. Hemşirelerin tümü eldiven kullanmışlardır. Çizme, tüm vücut tulum ve galoş kullandığını bildiren hemşire oranları sırasıyla %82,0, %86,5 ve %71,2 şeklindedir. Göz koruyucu gözlük kullanımına bağlı kızarıklık, N95-Tıbbi maske kullanımına bağlı evre I basınç yarası vi ve iz oluşumu, yüz koruyucu/siperlik kullanımına bağlı bölgesel ağrı, saç bonesi kullanımına bağlı iz oluşumu, eldiven kullanımına bağlı kızarıklık, çizme kullanımına bağlı evre I basınç yarası ve kızarıklık, tüm vücut tulumu kullanımına bağlı bölgesel ağrı, tek kullanımlık önlük kullanımına bağlı evre I basınç yarası, galoş kullanımına bağlı kızarıklık en fazla görülen cilt problemleri arasındaydı. Hizmet verilen hasta sayısı, kişisel koruyucu ekipmanları tek seferde kullanma süresi arttıkça cilt problemleri anlamlı düzeyde artış gösterdi ( Daha fazlası Daha az

ATROFİK MAKSİLLADA FARKLI YÖNTEM VE SAYIDA YERLEŞTİRİLEN ZİGOMATİK VE DENTAL İMPLANTLARLA OLUŞTURULAN MODELLERDEKİ STRES DAĞILIMLARININ SONLU ELEMAN ANALİZİ İLE DEĞERLENDİRİLMESİ

ÖMER ANKAYA

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu çalışmanın amacı, atrofik bir maksillaya farklı sayıda ve farklı planlamalarla dental ve zigomatik implantlar yerleştirilip, bukkal ve palatinal yönden oblik, okluzal yönden vertikal kuvvetler altında kemik dokular ve implant yüzeylerinde oluşan stres değerlerinin sonlu eleman analizi ile değerlendirilmesidir. Materyal ve Metod: Bu çalışmada 3 farklı implant planlaması yapılarak bu planlamalardaki zigomatik implantlar 2 farklı teknikle (intrasinüs ve ekstrasinüs) yerleştirildi. Model 1’de intrasinüs tekniği ile quad zigoma implantı yerleştirildi. Model 2’de ektrasinüs tekniği ile quad zigoma implantı yerleştirildi. Model 3’ . . .te intrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 2 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Model 4’te ektrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 2 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Model 5’te intrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 4 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Model 6’da ektrasinüs tekniği ile yerleştirilen dual zigoma implantlarına ek olarak 4 tane de konvansiyonel dental implant yerleştirildi. Oluşturulan modellere posterior bölgede 4 ve 6 nolu dişlerin santral fossalarından 150 N vertikal, bukkal tüberküllerden 150 N oblik ve palatinal tüberküllerden 150 N oblik kuvvetler uygulandı. Bulgular: Farklı sayıda implantlarla oluşturulan modellerdeki stres değerleri incelendiğinde, stres değerlerinin implant sayısıyla ters orantılı olduğu ve implant sayısın artmasıyla azaldığı görülmüştür. Oblik kuvvetler, vertikal kuvvetlerden daha yıkıcı etkilere sebep olmuştur ve oblik kuvvetler kendi aralarında kıyaslandığında palatinal kuvvetler, bukkal kuvvetlere göre daha fazla stres oluşturmuştur. Alveolar kemikte oluşan stres değerlendirildiğinde kortikal kemikte oluşan stresin spongiöz vi kemikte oluşan strese göre daha fazla olduğu ve von mises değerlerinin en fazla oluştuğu bölgelerin implantların boyun bölgeleri olduğu tespit edilmiştir. Modeller kıyaslandığında; en az stres, ekstrasinüs yerleşimli dual zigoma implantlarına ilave olarak 4 tane dental implantın yerleştirildiği modelde meydana gelmiştir. Sonuç: Zigomatik implantlara ilave yerleştirilen dental implantların model üzerinde oluşan stresi azalttığı, oblik kuvvetlerin vertikal kuvvetlerden daha fazla stres yarattığı, intrasinüs ve ekstrasinüs tekniklerinin birbirine göre bariz üstünlüğünün olmadığı düşünülmektedir Daha fazlası Daha az

ADÖLESAN OLAN VE OLMAYAN GEBELERDE YEME TUTUMU VE BEDEN MEMNUNİYETİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

ARİFE SOYTÜRK

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu çalışma adölesan olan ve olmayan gebelerde yeme tutumu ve beden memnuniyetinin karşılaştırılması amacıyla yürütülmüştür. Yöntem: Tanımlayıcı ve karşılaştırmalı tipteki araştırmanın evrenini, Ekim 2021- Mayıs 2022 tarihleri arasında Türkiye'nin batısında bulunan bir hastanenin kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran adölesan ve adölesan olmayan gebeler oluşturmuştur. Araştırma iki grupta yürütülmüştür. Her iki gruba da primipar 28. gebelik haftası ve üzerinde olan, çalışmaya katılmayı engelleyecek psikolojik veya fiziksel hastalığı olmayan, gebelikte ortaya çıkan herhangi bir komplikasyona sahip olmayan, araştırma . . .ya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, Türkçe bilen, adölesanlar için 19 yaş ve altında, adölesan olmayanlar için 20 yaş üstünde olan toplam 169 gebe (85 adölesan, 84 adölesan olmayan gebe) dâhil edilmiştir. Veriler, Kişisel Bilgi Formu, Çok Yönlü Beden-Benlik İlişkileri Ölçeği ve Yeme Tutum Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, Mann Whitney U, Kruskal Wallis ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Adölesan gebelerin yaş ortalaması 18.76±0.42 yıl, evlilik yaş ortalaması 17.69±0.57 yıl, %69.4’ü ilköğretim ve altı eğitim düzeyine sahip, Beden Kitle İndeksi ortalaması 22.75±4.48 kg/m2, %36.5’inin gebeliği süresince aldığı kilo normal ve %31.8’sinin gebeliği planlı değildir. Adölesan olmayan gruptaki gebelerin ise yaş ortalaması 25.86±3.36 yıl, evlilik yaş ortalaması 23.85±3.25 yıl, %40.5’i yükseköğretim mezunu, Beden Kitle İndeksi ortalaması 24.23±5.00 kg/m2, %36.9’unun gebeliği süresince aldığı kilo normal ve %16.7’sinin gebeliği planlı değildir. Adölesan gebelerin Yeme Tutum Ölçeği puan ortalamalarının 20.35±8.99, adölesan olmayan gebelerin 16.97±8.18 olduğu (p< 0.05), adölesanların %15,3’ünde adölesan olmayanların ise %4,8’inde yeme bozukluğuna yatkınlığın olduğu (p< 0.05) aralarındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Adölesan gebelerin vi Çok Yönlü Beden Benlik İlişkileri Ölçeği puan ortalaması 182.89±19.82, adölesan olmayan gebelerin ise 195.91±25.31’dir ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p< 0.001). Ayrıca adölesan gebelerin Yeme Tutum Ölçeği ile Çok Yönlü Beden Benlik İlişkileri Ölçeği puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak negatif yönde zayıf ilişki olduğu (r= -0.33, p< 0.001) olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Adölesan gebelerin adölesan olmayan gebelere göre bedenlerinden memnuniyet düzeylerinin düşük, yeme bozukluğuna yatkınlıklarının daha fazla olduğu bulunmuştur. Hemşireler adölesan dönemde ortaya çıkan gebeliklerin sağlıklı bir şekilde sonlanabilmesi için olası beslenme sorunlarına karşı dikkatli olmalı, sorunları erken dönemde tanılamalı ve multidisipliner ekip ile birlikte çalışmalıdır. Hemşireler adölesana bakım verirken onu fizyolojik, psikolojik, sosyal, spiritüel bütün yönleriyle değerlendirmeli holistik bakım vermelidir Daha fazlası Daha az

İZMİR İLİNDEKİ ECZANE ECZACILARININ BİTKİSEL ÜRÜN KULLANIMINA YAKLAŞIMLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

FUNDA AHMETOĞLU

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu araştırmamızla İzmir ilinin çeşitli bölgelerindeki eczane eczacılarının bitkisel ürün kullanımına karşı tutum ve davranışlarının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Yöntem: İzmir ilinin belli bölgelerinde görev yapmakta olan 81 adet eczane eczacısına ulaşılmış ve anket yöntemiyle veriler toplanmıştır. Bitkisel ürünlerle ilgili eczacıların bilgi erişimleri ve eczanelerin verileri değerlendirilmiştir. Bulgular: Bir ay içerisinde eczaneye ilaç ve bitkisel ürün almaya gelen hasta sayısı fazla olan eczanelerin farklı bilgi kaynaklarında uyumsuzluk saptadığında bütün kaynakları analiz etme oranı düşüktür. Bu eczaneler hastalara bitk . . .isel ürünlerle ilgili daha az öneride bulunmaktadır. Hastalara bitkisel ürün verirken kendisine oldukça güvenen eczacıların eczanesine ilaç ve bitkisel ürün almaya gelen hasta sayısı da fazladır. Bitkisel ürün alırken eczacıya danışarak alan hasta sayısı yine kendisine güvenen eczacıların eczanesinde daha fazladır. Daha uzun yıllar eczane eczacılığı yapmış olan eczacıların bitkisel ürün verirken kendilerine güvenleri daha fazladır. Mezuniyet sonrası kadınların erkeklere göre bitkisel ürünlerle ilgili eğitim alma oranı daha fazladır. Sonuç: Araştırmamız sonucunda eczacıların bitkisel ürünlerle ilgili çeşitli bilgi kaynaklarına başvurdukları ve konuyla ilgili eğitim almak istedikleri görülmüştür. Bitkisel ürünlerle ilgili bilgisine güvenen eczacıların eczanesine ilaç ve bitkisel ilaç almaya gelen ortalama hasta sayısı daha fazla bulunmuştur Daha fazlası Daha az

TEMPORAL LOB EPİLEPSİSİ OLAN BİREYLERDE VE KAİNİK ASİT İLE OLUŞTURULAN SIÇAN EPİLEPSİ MODELİNDE SİNAPTİK VEZİKÜL GLİKOPROTEİNİ 2 (SV2) AİLESİ İZOFORMLARININ SEVİYELERİNİN BELİRLENMESİ VE YENİ BİR RADYOAKTİF TRACER OLARAK [3H]UCB-J’NİN KULLANILMASI

BURCU AZAK PAZARLAR

Doktora Tezi | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Sinaptik vezikül glikoproteini 2A (SV2A), presinaptik vezikülde lokalize olan, levetirasetamı bağlayan ve muhtemelen hipokampusta inhibitörik nörotransmisyonu düzenleyen bir transmembran proteindir. SV2A bir epileptik ilaç hedefidir ve muhtemelen sinaptik yoğunluğun bir in vitro biyobelirteçidir. Levetirasetamın SV2A'da bağlandığı bölgeye yüksek afinite ile bağlanan yeni bir radyo-izleyici, [11C]UCB-J, in vivo görüntüleme için kullanılmıştır. Bu nedenle, epileptogenez sırasında presinaptik plastisiteyi incelemek için ilgi çekici bir fırsat olduğu düşünülmektedir. [3H]UCB-J'nin sıçan ve insan korteksindeki bağlanma özellikleri, bu te . . .zde reseptör otoradyografisi ile araştırılmıştır. Tekrarlanan doygunluk deneyleri, sıçanlar ve insanlar arasında KD değerlerinin benzer olduğunu ortaya koymuştur ve bu sonuç in vivo deneysel verilerin klinikte insanlara çevrilebileceğini göstermektedir. Sıçan ve insan korteksindeki yer değiştirme deneylerimiz, brivarasetam ve levetirasetamın [3H]UCB-J'nin bağlanmasını inhibe etme konusunda güçlü bir potansiyele sahip olduğunu gösterdi ve böylelikle [3H]UCB-J'nin SV2A proteinine özgü olduğunu göstermektedir. Epileptogenez sırasında presinaptik plastisitenin bir belirteci olarak [3H]UCBJ bağlanmasının potansiyelini değerlendirmek için, sistemik ve lokal kainik asit uygulaması ile indüklenen status epileptikuslu sıçanların beyin bölgelerinde [3H]UCBJ'nin SV2A'ya bağlanmasındaki değişiklikleri zamana bağlı olarak inceledik. Başlangıçtaki status epileptikustan sonra farklı zaman noktalarında beyin dokularını örnekledik. Her iki modelde de akut fazlarda birçok beyin bölgesinde [3H]UCB-J bağlanmasında ani ve önemli bir azalma gözlendi. Bağlanmadaki azalmalar 1-10 gün içinde meydana geldi ve azalmanın pike yaptığı zaman noktası modeller arasında biraz farklıydı. İlginç bir şekilde, sistemik modelde, çoğu alanda tedaviden 30-90 gün sonra bağlanma seviyesinde tam restorasyon gözlendi ve bu muhtemelen nöronal yeniden yapılanmayı yansıtmaktadır. Ancak lokal enjeksiyondan sonra hipokampus, temporal ve piriform korteksdeki bağlanma bazal seviyelere geri dönemedi. Zamana bağlı bağlanma profili lokal modelde ipsilateral ve kontralateral bölgelerde ayrıca bir lateralizasyon gösterdi. Ayrıca, SRS başlangıç zamanı ile SV2A seviyesi arasında bir korelasyon olmadığı da gözlendi. ix SV2 ailesi, SV2A, SV2B ve SV2C olarak adlandırılan üç izoformu içerir. Bu proteinler ayrıca, SV2A'nın bir epileptik ilaç hedefi ve bir sinaptik yoğunluk biyobelirteç olarak önerilmesinden sonra, son yıllarda artan bir ilgi görmeye başlamıştır. Şimdiye kadar kemirgenlerdeki ve insan beynindeki anatomik dağılımları hakkında kısıtlı da olsa bir bilgiye sahibiz. Bununla birlikte, TLE hastalarının korteksindeki SV2 genlerinin spesifik ekspresyon paternleri ve ekspresyonlarının epilepsideki klinik sonuçlardan nasıl etkilendiği halen tartışılmaktadır. Bunu detaylandırmak için eş zamanlı kantitatif PCR deneyleri yaptık ve klinik veriler ile SV2 ifadelerinin seviyesi arasındaki olası ilişkiyi analiz ettik. Ancak; yaş, nöbet sıklığı, epilepsi süresi ve SV2 gen ekspresyonu arasında ilişki olmadığını gösterdik. Levetiracetam ile tedavi edilen ve diğer AED'lerle tedavi edilen hastalar arasında da SV2 ekspresyon paternlerinde hiçbir fark görülmedi ve cinsiyetinde ifade düzeylerini etkilemediği de ortaya konuldu. Bu veriler nöbetlerden sonra presinaptik SV2A miktarındaki değişiklikleri göstermektedir ve SV2A'nın spontan nöbetleri ortaya çıkarmada ve/veya epileptogenez için bir biyobelirteç olmada önemi olduğunu göstermektedir. [3H]UCBJ gibi yeni radyo-izleyiciler kullanılarak SV2A bağlanması, epileptogenez sırasında presinaptik plastisiteyi saptamak için güvenilir bir yöntemdir ve daha genel olarak sinaptik plastisiteyi göstermek için kullanılması muhtemeldir Daha fazlası Daha az

FİBROMİYALJİLİ KADIN HASTALARDA İKİLİ GÖREV İLE FİZİKSEL VE PSİKOSOSYAL FAKTÖRLER ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

BEYZA BEYREK

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Giriş-Amaç: Fibromiyaljide (FM) yaygın kas iskelet sistemi ağrısına yorgunluk, hafıza problemleri, uyku bozukluğu ve duygu durum değişiklikleri eşlik etmekte ve hastaların günlük yaşam aktivitelerinde oldukça önemli olduğu bilinen ikili görev performansının azaldığı bildirilmektedir. Ancak FM hastalarında ikili görev performansının fiziksel ve psikososyal faktörler ile ilişkisi net değildir. Çalışmamızın amacı FM’li kadın hastalarda ikili görevin fiziksel ve psikososyal faktörler ile ilişkinin incelenmesidir. Materyal-Metot: Çalışmaya 30-65 yaş arası FM tanısı alan 40 kadın hasta (Ortalama yaş; 47,63±7,22 yıl) ve FM’si olmayan 40 ka . . .dın birey (Ortalama yaş; 47,70±9,07) dahil edildi. İkili görev Zamanlı Kalk Yürü Testi (ZKYT) sırasında geriye doğru sayma görevi eklenerek motor-bilişsel görev şeklinde incelendi. Ağrı Görsel Analog Skalası, fonksiyonel kapasite, altı dakika yürüme testi (6DYT), fiziksel aktivite (FA) Baecke Fiziksel Aktivite Alışkanlığı Anketi, yorgunluk Çok Boyutlu Yorgunluk Envanteri-20, bilişsel düzey İz Sürme Testi, öz yeterlilik Genel Öz Yeterlilik Ölçeği, aleksitimi Toronto Aleksitimi Ölçeği, yaşam kalitesi Revize Fibromiyalji Etki Anketi, motivasyon düzeyi Sosyal Destek Ölçeği ile değerlendirildi. Bulgular: Fibromyalji grubunun ZKYT süresi kontrol grubuna göre yüksekti (p=0,038). Her iki grupta ZKYT’ye bilişsel görev eklenmesi sonrasında testi tamamlama süresinin artış gösterdiği, FM hastalarında ikili görev performans oranının anlamlı olarak yüksek olduğu bulundu (p0,05), hastalık süresi, ağrı şiddeti, 6DYT mesafesi, boş zaman ve toplam FA, yorgunluk, aleksitimi, bilişsel düzey ve yaşam kalitesi ile ilişkili bulundu ( Daha fazlası Daha az

HEMŞİRELERİN BAKIM VERME SÜRECİNDE DUYGUSAL EMEK DAVRANIŞLARI İLE ETİK TUTUMLARI ARASINDAKİ İLİŞKİNİN İNCELENMESİ

SEVİL HAMARAT TUNCALI

Yüksek Lisans | 2022 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu araştırma, hemşirelerin hemşirelik bakımı sırasında duygusal emek davranışları ile etik tutumları arasındaki ilişkiyi incelemek amacı ile gerçekleştirildi. Gereç ve Yöntem: Araştırma tanımlayıcı, kesitsel tipte planlandı. Araştırmanın evrenini Ege Üniversitesi Hastanesinde görev yapmakta olan toplam 1001 hemşire; örneklemini ise klinik ve yoğun bakım ünitelerinde çalışan 222 gönüllü hemşire oluşturdu. Veriler Mayıs 2021-Eylül 2022 tarihleri arasında “Hemşire Tanıtım Formu”, “Hemşireler İçin Duygusal Emek Davranışı Ölçeği (HDEDÖ)” ve “Hemşirelik Bakımında Etik Tutum Ölçeği (HBETÖ)” kullanılarak toplandı. Verilerin analizinde . . . tanımlayıcı ve karşılaştırmalı istatistiksel analiz kullanıldı. Verilerin analizi için SPSS 23 paket programı kullanıldı. Bulgular: Araştırmaya katılan hemşirelerin yaş ortalaması 32.37±6.21’dir. Hemşirelerin %86.5’ i kadın, %53.2’ si evli olmayan, %82.9’ u lisans mezunu, %51.4’ ü gelirlerinin giderlerden az olduğu, % 40.5’inin 15 ve üzeri sayıda hastaya günlük bakım verdikleri ve %59.5’inin mesleğini isteyerek seçtiği belirlenmiştir. vi Hemşirelerin HDEDÖ’ nden aldıkları toplam puan ortalaması 3.69±0.48 olarak hesaplanmıştır. Hemşirelerin samimi davranış alt boyut puan ortalaması 3.95±0.60 iken derinlemesine ve yüzeysel davranış alt boyut puan ortalamaları sırasıyla 3.68±0.53 ve 3.65±0.52 olarak bulunmuştur. Hemşirelerin HBETÖ’ nden aldıkları ortalama puan ortalaması 3.94±0.79 olarak hesaplanmıştır. Hemşirelerin mesleki çalışma süresi, çalışılan birim ve HDEDÖ puan ortalamaları ile cinsiyet, mesleki çalışma süresi, çalışılan birim, birimde çalışma süresi ve HBETÖ’ puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur. Hemşirelerin duygusal emek sarf ettikleri (3.69 ±0.48) ve en fazla samimi davranış sergiledikleri (3.76±0.50) belirlenmiştir. Hemşirelerin, bakım sırasında etik tutum sergiledikleri (3.94±0.79) tespit edilmiştir. HDEDÖ toplam puan ortalaması ile HBETÖ toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü ilişki (r=0.281, Daha fazlası Daha az

MULTİPL SKLEROZLU BİREYLERDE ALGILANAN İŞ GÜÇLÜKLERİNİN İKİLİ GÖREV BECERİSİ, FİZİKSEL DURUM VE BİLİŞSEL İŞLEVLER İLE İLİŞKİSİ

HASRETGÜL TEMİZ

Yüksek Lisans | 2022 | Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Çalışmanın amacı multipl sklerozlu (MS) bireylerde algılanan iş güçlüklerinin ikili görev becerisi, fiziksel durum ve bilişsel işlevler ile ilişkisini incelemektir. Yöntem: Çalışmaya 42 çalışan ve 42 çalışmayan MS’li birey dahil edildi. Sonuç ölçütleri olarak Genişletilmiş Engellilik Durum Ölçeği (EDSS), Hasta Tarafından Belirlenen Hastalık Basamakları (HTBHB), MS Yürüme Ölçeği (MSWS-12), Zamanlı 25 Adım Yürüme Testi (Z25AYT), 9 Delikli Peg Testi (9DPT), MS için Kısa Uluslararası Bilişsel Değerlendirme Bataryası (BICAMS), Günlük Yaşamda İkili Görev Zorluklarının Etkisi Anketi (DIDA-Q) kullanıldı. Çalışan gruba MS’de Çalışma Gü . . .çlükleri Anketi–23 (MSWDQ-23) uygulandı. İkili görev performansı, 9DPT’ye ve yürüme testine ikincil kelime türetme görevi eklenerek değerlendirildi. Tekli ve ikili görev arasındaki yüzdelik değişim (ikili görev harcaması) hesaplandı. Bulgular: Çalışan grupta MSWDQ-23 ile ikili görev harcaması arasında anlamlı korelasyon bulunmazken DIDA-Q ile anlamlı korelasyon vardı (r=0,250–0,877). Çalışan grupta BICAMS ile MSWDQ-23 arasında anlamlı korelasyon yoktu. MSWS-12 ile MSWDQ-23’ün total skoru (r=0,385) ve fiziksel alt skoru (r=0,645) arasında pozitif anlamlı korelasyon vardı. İki grup arasında DIDA-Q skorları, Z25AYT, BICAMS’in tüm alt skorları ve HTBHB için anlamlı fark vardı (p0,05). Sonuç: MS’li bireylerin günlük yaşamdaki ikili görev zorlukları ile algılanan iş güçlükleri arasında bulunan anlamlı ilişki, ikili görevler zorluklarının iş yaşamını etkileyen bir faktör olabileceğini göstermektedir. Çalışmayan gruptaki öz bildirime dayalı ikili görev zorluklarında, yürümede ve bilişsel işlevlerde saptanan daha düşük performans, iş güçlüklerinin azaltılmasındaki müdahale çalışmaları için hedef olabilir Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms