Filtreler
Filtreler
Bulunan: 26 Adet 0.001 sn
Tam Metin [1]
Tür [2]
Yayın Tarihi [1]
Tez Danışmanı [1]
Dergi Sayısı [3]
Yayın Dili [2]
Editör/Editörler [1]
Çalışma Yaşamında Dezavantajlı Gruplar ve Eşitsizlikler

Derleme | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi3 ( 7 ) , pp.611 - 618

Çalışma yaşamında sağlık; bireysel özellikler, çevre, çalışma koşulları ve örgütlenmeye ilişkin özelliklere göre farklılık göstermektedir. Bu derlemede çalışma yaşamındaki dezavantajlı grupların ve karşı karşıya oldukları risklerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Eşitsizlikler sağlık düzeyi göstergelerini etkilediği gibi, sağlık düzeyi göstergeleri de eşitsizliklerin oluşumuyla ilişkilidir. Çalışma yaşamındaki dezavantajlı gruplar; kadınlar, engelliler, çocuklar, yaşlılar, göçmen işçiler, eski hükümlüler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dezavantajlı gruplar neoliberal politikaların da etkisiyle iş bulma, çalışma ve işten ayrılma sü . . .recinde ayrımcılığa maruz kalmaktadır. Bu durum da dezavantajlı grupta yer alan çalışanların sağlık durumlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz etkilemektedir. Çalışan merkezli bir iş sağlığı güvenliği politikasında, çalışanların sağlık ve sosyal yönden güvence altına alınması devletin sorumluluğunda olup, iş sağlığı güvenliğine ilişkin hizmetler kamu eliyle ve sosyal devlet prensiplerine uygun yürütüldüğünde çalışanların sağlığının daha iyi olduğu görülmektedir. Nüfusun önemli bir kısmını oluşturan dezavantajlı gruplara ilişkin özel politikaların oluşturulması, çalışanların işe alınması kadar işe alındıktan sonra her türlü ayrımcılığa karşı korunması önemlidir Daha fazlası Daha az

Gelişimsel Bakış Açısıyla Spinal Musküler Atrofi’de Çocuğun Sağlık Hakkı ve Yaşam Kalitesi

GÖZDE AKOĞLU | SENEMHAN YILMAZ | BEDRİYE TUĞBA KARAASLAN

Derleme | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi3 ( 7 ) , pp.629 - 635

Spinal Musküler Atrofi, kaslardaki güçsüzlükle karakterize olan nörodejeneretif ve kalıtsal bir hastalıktır. Moleküler genetik testi ile tanılanan hastalık çocukluk çağı ölümlerinin önde gelen monogenik nedenidir. Beş tipi bulunan hastalığın, farklı etken maddelere sahip üç adet ilaç tedavisi mevcuttur. İlaçların yüksek maliyetli olması, ilaçlara erişimde yaşanan güçlükler, hastalığın seyrinin ağır olması ve yaşam kalitesinin etkilenmesi nedeniyle bakım verenler ve çocuklar zorlu süreçler yaşamaktadırlar. Spinal Musküler Atrofi hem bireyin hem de bakım vereninin yaşamını ekonomik, sosyal ve psikolojik kapsamda etkilemekte ve tedavi . . .sürecinde disiplinler üstü çalışmayı gerekmektedir. Ek olarak, alanyazındaki araştırmalarda Spinal Musküler Atrofi’nin gelişimsel perspektiften ele alınmadığı dikkat çekmektedir. Bu nedenle bu derlemede; Spinal Musküler Atrofi hastalığına yönelik gelişimsel bakış açısının olası katkılarının ele alınması, hastalığın çocuğun sağlık hakkı ve yaşam kalitesi açısından tartışılması ve uzmanların, politika geliştiricilerin farkındalığının artmasına yönelik önerilerin sunulması amaçlanmıştır Daha fazlası Daha az

Ayak ve Ayak Bileği Patolojilerinin ve Aksesuar Kemiklerinin Manyetik Rezonans Görüntüleme ile Değerlendirilmesi

GÖZDE AKOĞLU | SENEMHAN YILMAZ | BEDRİYE TUĞBA KARAASLAN

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.295 - 298

Amaç: Ayaktaki patolojilerin ve aksesuar kemiklerin ayak ve ayak bileği manyetik rezonans (MR) ile incelenmesi ve sonuçlarının belirlenmesidir. Gereç ve Yöntem: 1 Ocak 2015 ile 31 Aralık 2015 tarihleri arasında Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon ile Ortopedi polikliniğine başvuran, ayak ve ayak bileği MR uygulanan 18 yaş üstü olgular retrospektif olarak değerlendirildi. 462 olgu, 255 kadın ve 207 erkek çalışmaya dahil edildi. Ayak patolojileri ve aksesuar kemikler MR resmi okuma raporlarından değerlendirildi. Bulgular: Çalışmaya toplam 462 olgu dahil edildi. Ayak patolojilerinin %49,1 sağ tarafta ve %50,9 sol tarafta tespit edildi. Akse . . .suar kemikler; os trigonum (%1,9), aksesuar naviküler kemik (%0,4) olarak belirlendi. MR bulguları; tibiotalar efüzyon (%50), intramedüller lezyon (%14,3), fleksör hallusis longus tendiniti (%21), anterior talofibular ligament yaralanması (%6,5), posterior talofibular ligament yaralanması (%5,4), osteomiyelit (%0,4), morton nöroma (%13,6), aşil tendiniti (%3,2), kist ( % 12,1), halluks valgus deformitesi (%2,2), avasküler nekroz (%1,7), peroneal tendinit (%5), ekstansör tendinit (%2,4), yeni kırık (%2,2), tibialis posterior tendinit (%6,1), fleksör digitorum longus tendinit (%5), retrotalar bursit (%4,3), koalisyon (%0,2), tümör (%1,3), tibiotalar tendinit (%5,4))olarak tanımlanmıştır. Sonuç: Ayağın patolojilerinin ve aksesuar kemiklerin sıklığı ile dağılımı MR kullanarak saptandı. Bu çalışmada, en sık görülen aksesuar kemik os trigonum olarak belirlendi. Ayrıca, çalışma sonuçlarına göre en yaygın patoloji tibiotalar efüzyon olarak tespit edildi. Bu çalışmada önceki çalışmaların aksine, aksesuar kemikler küçük bir grup olarak belirlenmiştir. MR, aksesuar kemikler ve yumuşak doku lezyonlarını değerlendirmek için yararlıdır. Objective: Examination of foot pathologies and accessory bones with foot and ankle magnetic resonance imaging (MRI) and determining the results. Material and Method: The results of the cases over the age of 18 who applied to the Physical Medicine and Rehabilitation and Orthopedics outpatient clinic between January 1, 2015 and December 31, 2015 and underwent MRI of the foot and ankle were evaluated retrospectively. 462 cases, 255 women, and 207 men were included in the study. All results were evaluated. Foot pathologies and accessory bones were evaluated from MR official reading reports. Results: A total of 462 cases were included in the study. 49.1% of the foot pathologies were detected on the right side and 50.9% on the left side. Accessory bones were determined as os trigonum (1.9%) and accessory navicular bone (0.4%). MRI findings were defined as; tibiotalar effusion (50%), (20.1%), intramedullary lesion (14.3%), flexor hallucis longus tendinitis (21%), anterior talofibular ligament injury (6.5%), posterior talofibular ligament injury (5.4%), osteomyelitis (0.4%), Morton's neuroma (13.6%), Achilles tendinitis (3.2%), cyst (12.1%), hallux valgus deformity (2.2%), avascular necrosis (1.7%), peroneal tendinitis (5%), extensor tendinitis (2.4%), recent fracture (2.2%), tibialis posterior tendinitis (6.1%), flexor digitorum longus tendonitis (5%), retrotalar bursitis (4.3%), coalition (0.2%), tumor (1.3%), tibiotalar tendinitis (5.4%). Conclusion: The frequency and distribution of foot pathologies and accessory bones were determined using MRI. In this study, the most common accessory bone was determined as os trigonum. In addition, according to the results of the study, the most common pathology was tibiotalar effusion. In this study, in contrast to previous studies, accessory bones were identified as a small group. MRI is useful for evaluating accessory bones and soft tissue lesions Daha fazlası Daha az

COVID-19 Pandemisinde Aferez Hemşirelerinin Yaşadıkları Zorluklar

GÖZDE AKOĞLU | SENEMHAN YILMAZ | BEDRİYE TUĞBA KARAASLAN

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.133 - 137

COVID-19 enfeksiyonuna bağlı morbitide ve mortalite oranları tüm dünyada hızla artmaktadır. COVID-19 hastalarının tedavisinde antifungal ilaçlar, mekanik veya noninvazif ventilasyon, sekonder enfeksiyonlar için antibiyotikler, antikoagülanlar ve destek tedavileri kullanılmaktadır. Tedavi süreçlerine ek olarak hastalığı tamamen iyileşen bireylerden toplanan plazmayla birlikte aferez tedavisi uygulanabilmektedir. Aferez tedavisinin uygulanması, aferez hemşirelerine oldukça büyük sorumluluklar ve beraberinde zorluklar getirmektedir. Aferez hemşirelerinin, aferez uygulamalarının yürütülmesi, hastaların sık yaşadıkları semptomların ve bu . . . semptomların şiddetinin değerlendirilmesi, etkin semptom yönetimi, hastaların güçlendirilmesi ve eğitilmesi, acil durum yönetimi, enfeksiyon kontrolü gibi rol ve sorumlulukları bulunmaktadır. Aferez hemşireleri, sağlık durumu anında kötüleşen hastalara tanıklık etmekte, semptom yönetimi sağlamakta, uzun süre ara vermeksizin kişisel koruyucu ekipman ile çalışmaktadır. Aferez hemşirelerinin COVID-19 sürecinde sağlıklarının korunması, stres yönetimi ve mesleki öz bakım açısından desteklenmeleri gerekmektedir. Bu derleme, COVID-19 pandemisinde aferez hemşirelerinin yaşadıkları zorlukların incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Morbidity and mortality rates due to COVID-19 infection are increasing rapidly all over the world. Antifungal drugs, mechanical or non-invasive ventilation, antibiotics for secondary infections, anticoagulants, and supportive treatments are used in the treatment of COVID-19 patients. In addition to the treatment processes, apheresis treatment can be applied with plasma collected from individuals whose disease has completely recovered. The implementation of apheresis treatments brings great responsibilities and difficulties to apheresis nurses. Apheresis nurses have roles and responsibilities such as carrying out apheresis applications, evaluating the symptoms that patients frequently experience and the severity of these symptoms, effective symptom management, empowering and educating patients, emergency management, and infection control. Apheresis nurses witness patients whose health condition deteriorates immediately, provide symptom management, and work with personal protective equipment without interruption for a long time. Apheresis nurses need to be supported in terms of protecting their health, stress management, and professional self-care during the COVID-19 process. This review was made to examine the difficulties experienced by apheresis nurses in the COVID-19 pandemic Daha fazlası Daha az

Kanser Ağrısında Aromaterapi Kullanımı

GÖZDE AKOĞLU | SENEMHAN YILMAZ | BEDRİYE TUĞBA KARAASLAN

Derleme | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.397 - 402

ÖZ Kanser, birçok ülkede ölüm nedenleri arasında ikinci sırada yer almaktadır. Kanser hastaları, hastalıktan veya tedaviden kaynaklı dispne, yorgunluk, bulantı-kusma ve ağrı gibi birçok sorunla mücadele etmektedir. Dünyada 32 milyon kanser hastasının %30-%50’si orta ve şiddetli düzeyde ağrı yaşamaktadır. Kontrol edilemeyen ağrı nedeniyle hastalar daha sık hastaneye başvurmakta ve hastane yatışı yapılmaktadır. Aromaterapi, kanser hastalarının hastalık veya tedavi nedeniyle yaşadıkları sorunlarla baş etmesini kolaylaştırmayı amaçlayan, yan etkileri az ve ucuz tamamlayıcı ve alternatif uygulamalardan biridir. Literatürde aromaterapi u . . .ygulamasının, kanser hastalarında görülen semptomların giderilmesinde en sık kullanılan tamamlayıcı ve alternatif uygulamalardan biri olduğu gösterilmiştir. Bu derlemenin amacı kanser ağrısı olan bireylerde nonfarmakolojik ağrı giderme yöntemlerinden biri olan aromaterapiyle ilgili literatür ışığında genel bir bilgilendirme sağlamaktır ABSTRACT Cancer ranks second among causes of death in the World. Cancer patients struggle with many problems caused by illness or treatment such as dyspnea, fatigue, nauseavomiting, and pain. 30-50% of 32 million cancer patients in the world experience moderate and severe pain. Because of uncontrollable pain, patients are admitted to the hospital more often and hospitalized. Aromatherapy is one of the complementary and alternative applications that aim to help cancer patients to cope with the problems they experience due to illness or treatment. It is inexpensive and has less side effects. In the literature, it has been shown that aromatherapy application is one of the most common methods to relieve the symptoms seen in cancer patients. The aim of this literature review is to provide general information about aromatherapy, which is one of the non-pharmacological pain relief methods for individuals with cancer pain Daha fazlası Daha az

İnstabil Femur İntertrokanterik Kırıklarında İki Farklı Tedavi Yönteminin Karşılaştırması

CEMAL KAZIMOĞLU

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi1 ( 7 ) , pp.55 - 59

Amaç: Geriatrik popülasyonda mortalite ve morbidite oranı yüksek klinik bir durum olan kalça kırığının cerrahi tedavisinde kullanılan iki farklı yöntem olan proksimal femoral çivi ve parsiyel kalça protezinin hastalarda perioperatif farklarının, klinik açıdan iyileştirici etkilerinin ve fonksiyonel sonuçlarının literatür verileriyle karşılaştırılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Eylül 2019 - Eylül 2020 arasında Evans sınıflamasına göre instabil femur intertrokanterik kırığı olarak kabul edilen 73 hasta proksimal femoral çivi (grup 1) ya da parsiyel kalça protezi (grup 2) ile tedavi edildi. Çalışmaya dahil edilen hastalar; ek hastalık . . .ları, vücut kitle indeksleri, anestezi şekilleri, American Society of Anesthesiologists değerleri, intraoperatif kanama, ameliyat olana kadar geçen süreleri, ameliyat sonrası hastanede kalış süreleri, Harris kalça skorları, derin ven trombozu, yara yeri enfeksiyonu gibi postoperatif komplikasyonları ve ölüm oranları açısından analiz edildi. Bulgular: Hasta grubu; yaşları 65-96 arasında olan 29 erkek ve 44 kadından oluşmaktaydı. Çalışmaya dahil edilen hastalar ortalama 8,2 ay takip edildi. Hastalara ameliyat sonrası 6.ay kontrollerinde Harris kalça skoru hesaplandı. Bu skor grup 1 hastalarda ortalama 72,10 puan ve grup 2 hastalarda ortalama 65,55 puandı (p=,24). Cerrahi prosedür bakımından pre-op süre, kan gereksinimi, Harris kalça skalası açısından anlamlı fark bulunamadı. Ancak hemiartroplasti lehine olarak operasyon sonrası hastanede kalış süresi anlamlı olarak uzamıştı (p=,02). Hastaların American Society of Anesthesiologists değeri açısından, düşük ve yüksek riskli hastalarda proksimal femoral çivi, orta riskli hastalarda hemiartroplasti tercih etme eğilimimiz istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p=,01). Takip edilen 3 hastada yara yeri enfeksiyonu ve 2 hastada periprostetik kırık gelişti. Sonuç: İnstabil femur intertrokanterik kırıklarında hem proksimal femoral çivi hem de parsiyel kalça protezi iyi klinik ve fonksiyonel sonuçlar göstermektedir ve güvenle uygulanabilir yöntemlerdir Daha fazlası Daha az

Sağlık Personelinin COVID-19 Antikor Pozitifliğinin Değerlendirilmesi

SELÇUK KAYA | AYŞEGÜL AKSOY GÖKMEN | TUBA MÜDERRİS | SÜREYYA GÜL YURTSEVER

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.209 - 213

Amaç: Koronavirüs hastalığı 2019 (COVID-19) kısa bir sürede pandemi haline gelmiş enfeksiyöz bir hastalıktır. COVID-19 hastalarında 7-11 gün sonra antikor cevabı gelişmektedir. Salgın süresince sağlık çalışanlarının durumunu kontrol etme açısından serolojik testlerin faydalı olduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada salgının başlangıcında hastanemiz sağlık personelinin antikor pozitifliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Nisan 2020-Mayıs 2020 tarihleri arasında hastanemizde yapılan COVID-19 antikor taramasına katılan 150 adet sağlık personeline ait sonuçlar retrospektif olarak değerlendirildi. Kan örneklerinden elde e . . .dilen serumlara kolloidal altın bazlı immunokromatografik test yöntemi uygulandı. Demografik özellikler, lökosit sayısı, lenfosit sayısı, C-reaktif protein değerleri ve akciğer Bilgisayarlı Tomografi (BT) bulguları çalışmaya dahil edildi. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 39,5 ± 9,3 yıl olan toplam 150 kişi (95 kadın) dahil edildi. Yedi kişide (%4,6) antikor pozitifliği saptandı. İki pozitif kişinin akciğer BT’sinde viral pnömoni ile uyumlu buzlu cam infiltrasyonlarının varlığı gözlendi. Sonuç: Salgının ilk döneminde hastanemiz sağlık çalışanlarında yaklaşık %5 oranında antikor pozitifliği saptanması COVID-19 açısından riskli grupta olan sağlık personelinin devamlı izlenmesi ve tedbirlerin alınması gerekliliklerini ortaya koymaktadır. Objective: Coronavirus disease 2019 (COVID-19) is an infectious disease which has become a pandemic in a short time-period. Antibody response develops after 7 11 days in COVID-19 patients. Serologic tests are thought to be beneficial for checking status of the health professionals during the pandemic. In the present study, it was aimed to evaluate the antibody levels of the health professionals who work in our hospital at the beginning of the pandemic. Material and Method: The results of 150 health professionals who participated in the COVID-19 antibody screening which was performed in our hospital between April 2020 and May 2020 were evaluated retrospectively. Colloidal gold-based immunochromatographic test was performed on the serums which was obtained from the blood samples. Demographic characteristics, leukocyte counts, lymphocyte counts, C-reactive protein values, and lung Computed Tomography (CT) findings were included in the study. Results: A total of 150 subjects (95 females) with a mean age of 39.5 ± 9.3 years were included in the study. Antibody positivity was detected in seven (4.6%) subjects. Ground-glass infiltrates consistent with viral pneumonia were observed in the lung CT of two positive subjects Conclusion: Detecting approximately 5% antibody positivity in the health professionals who work in our hospital at the beginning of the pandemic, indicates the necessities of pursuing the health professionals who are in the risky group for COVID-19 and taking precautions Daha fazlası Daha az

Fertiliteyi Geliştirmede Prekonsepsiyonel Bakım: İnfertil Çiftler İçin Örnek Bir Holistik Bakım Şeması

SELÇUK KAYA | AYŞEGÜL AKSOY GÖKMEN | TUBA MÜDERRİS | SÜREYYA GÜL YURTSEVER

Derleme | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi3 ( 7 ) , pp.623 - 628

İnfertilite, çiftlerin bir yıl veya daha fazla süreyle düzenli ve korunmasız cinsel ilişkide bulunmasına rağmen klinik gebeliğin sağlanamadığı durumdur. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre dünya genelinde birçok çift infertilite sorunu ile karşı karşıyadır. İnfertilite, genetik ve epigenetik nedenlerden kaynaklanan karmaşık etiyolojiye sahip bir durumdur. Çiftlerin prekosepsiyonel dönemde maruz kaldığı fiziksel ve psikolojik etkenler nedeniyle oluşan epigenetik değişiklikler, gamet hücrelerinde DNA hasarının artmasına yol açmaktadır. Bu durumda, konsepsiyon olasılığı azalmakta ve ayrıca erken gebelik kayıpları artmaktadır. Bu açıdan, infert . . .il çiftlere prekonsepsiyonel bakım sağlanması daha iyi gebelik sonuçları elde edilmesini sağlayabilir. Gebelik öncesi sağlığın geliştirilmesini hedefleyen prekonsepsiyonel bakım, sağlıklı gebelikler ve yenidoğanlar için uygulanan girişimleri içermektedir. Yapılan çalışmalar ile, prekonsepsiyonel bakımın fertiliteyi geliştirmede etkili olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle, infertil çiftlerin bakımında mutlaka prekonsepsiyonel bakım yer almalı ve holistik (bütüncül) bir yaklaşım ile sunulmalıdır. Holistik hemşirelik bakımı, bireyi sadece fiziksel değil tüm yönleriyle ele alan bir yaklaşım olduğundan infertil çiftler için önem arz etmektedir. Yapılan çalışmalar çiftlerin de bireye özgü bütüncül bakımı tercih ettiğini göstermektedir. Çiftler için oldukça önemli olan bu bakımda, bireylerle en sık iletişim kuran sağlık profesyonellerinden olan hemşirelerin aktif rol alması önemlidir. Bu derlemede infertil çiftlerde prekonsepsiyonel bakımın önemine dikkat çekmek, sağlık profesyonellerine yönelik holistik bakım girişimleri sunmak ve hemşirenin rollerini ortaya koymak hedeflenmiştir Daha fazlası Daha az

Examination of the Experience and Stress Situation of Emergency Health Professionals During the Early Stages of the COVID-19 Pandemic in Turkey

SELÇUK KAYA | AYŞEGÜL AKSOY GÖKMEN | TUBA MÜDERRİS | SÜREYYA GÜL YURTSEVER

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.1 - 7

Objective: This study was conducted to determine the profiles, experiences, and stress of emergency health professionals in the COVID-19 pandemic in Turkey. Material and Method: The present descriptive study was carried out with 210 healthcare professionals working in emergency units of pandemic hospitals in Turkey between May 1 and June 1, 2020. The sampling method was not used. The data were collected on the internet with a questionnaire form consisting of 70 questions, which the researchers created by scanning the relevant literature and included many sub-headings such as the demographic characteristics of emergency workers, as w . . .ell as their feelings, attitudes, stress situation, work environments, and information about the COVID-19 pandemic. Results: The results showed that the participants followed current information about the COVID-19 pandemic from multiple sources (97.6%), received training regarding preventive measures through in-service training at hospitals (22.9%), or multiple sources (58.6%). The mean scores regarding the feeling of risk for themselves were 8.21±2.01 (min-max: 1-10), while the mean scores regarding the feeling of risk for the people they live with were 7.99±2.77 (min-max: 0-10). The stress intensity in the last week was found to be mean ±SD: 6.80±2.49. Conclusion: Although the healthcare professionals working in the emergency units obtained the information about the COVID-19 outbreak from many sources, the information given by the hospitals was inadequate; the professionals felt themselves at risk. Intense stress was seen in the female healthcare workers, nurses, those who do not receive psychological support, and those who perform pre-triage to suspected COVID-19 patients. Amaç: Bu çalışma Türkiye’de COVID-19 pandemisinin ilk dönemlerinde acil sağlık profesyonellerinin deneyimleri ve yaşadıkları stresi belirlemek amacı ile yapıldı. Gereç ve Yöntem: Tanımlayıcı olarak planlanan araştırma, 01 Mayıs-01 Haziran 2020 tarihleri arasında, Türkiye’de pandemi hastanelerinin acil ünitelerinde görev yapan 210 sağlık çalışanı ile gerçekleştirildi. Örneklem seçimine gidilmedi. Veriler araştırmacılar tarafından ilgili literatür taranarak oluşturulan ve acil çalışanlarının demografik özelliklerinin yanısıra, çalışma ortamları, COVID-19 ile ilgili bilgileri, pandemiye ilişkin hissettikleri, tutumları, stres durumları gibi birçok alt başlığı içeren 70 soruluk anket formu ile internet ortamında toplandı. Bulgular: Katılımcıların COVID-19 hakkındaki güncel bilgi/haberleri birden çok kaynaktan takip ettikleri (%97,6), koruyucu önlemler konusundaki eğitimleri hastanelerdeki hizmet içi eğitimlerden (%22,9) veya birden çok yerden (%58,6) aldığı, kendilerini riskte görme puan ortalamalarının 8,21±2,01 (min-max:1-10) ve birlikte yaşadıkları kişiyi riskte görme puan ortalamalarının 7,99±2,77 (min-max:0-10) olduğu belirlendi. Son bir haftadır hissettikleri stres yoğunluğu ise ort±SD:6,80±2,49 olduğu görüldü. Sonuç: Acil ünitedeki sağlık çalışanlarının COVID-19 salgını ile ilgili bilgileri pek çok kaynaktan takip etmelerine rağmen, hastanelerin bu konudaki bilgilendirmelerinin yetersiz olduğu, çalışanların kendilerini önemli oranda risk altında hissettikleri, kadınların, hemşirelerin, psikolojik destek almayanların, COVID-19 şüphesi olan hastaların triyajını yapan hemşire, ebe ve sağlık memurlarının yoğun stres hissettikleri tespit edilmiştir Daha fazlası Daha az

COVID-19 Salgını; Acil Müdahale Gerektiren Kardiyopulmoner Durumlar ve Hemşirelik Bakımı

SELÇUK KAYA | AYŞEGÜL AKSOY GÖKMEN | TUBA MÜDERRİS | SÜREYYA GÜL YURTSEVER

Derleme | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.409 - 414

ÖZ Başladığı andan itibaren dünyadaki tüm ülkelerin gündemine oturan COVID-19 hem insandan insana hızla bulaşması hem de ölüm oranlarının yüksek olması nedeniyle küresel bir tehdit oluşturmuştur. Salgın özellikle yaşlı ve komorbit hastalığı bulunan bireylerde şiddetli ve tehlikeli seyretmektedir. Bu nedenle salgının bulaşından itibaren bireyin değerlendirilmesi, hem birey hem de çevresi için gerekli tıbbi önlemlerin alınması hayatta kalım için oldukça önemlidir. Özellikle COVID-19 salgınının neden olduğu acil kardiyopulmoner durumları değerlendirmek ve hızlı bakım yöntemlerini organize etmek tüm hastalar için standart olmalıdır. Bu . . . standart bakımın sağlanmasında kilit rol oynayan hemşireler, salgınla mücadelede en önde savaşan sağlık profesyonelleridir. Hemşireler üstlendikleri bu rol ile bilgi ve becerilerini kullanarak tanı ve bakım sürecinde hastada oluşabilecek komplikasyonları azaltabilir. Bu derlemenin amacı; COVID-19 salgınında acil müdahale gerektiren kardiyopulmoner durumlar ve hemşirelik bakımı hakkında hemşirelere destek olacak bakım bilgileri vermektir. ABSTRACT COVID-19, which has been on the agenda of all countries all over the world since its inception, posed a global threat due to its rapid transmission from person to person and high mortality rates. The outbreak is especially severe and dangerous in elderly and comorbid individuals. Therefore, the evaluation of the individual and the necessary medical measures for both the individual and the environment are very important for survival since the outbreak. In particular, evaluating cardiopulmonary emergencies caused by the COVID-19 outbreak and organizing rapid care methods should be standard for all patients. Nurses who play a key role in providing this standard care are health professionals fighting the epidemic. With this role, nurses can reduce the complications that may occur in the patient during the diagnosis and care process by using their knowledge and skills. The purpose of this review is; to provide care information to support nurses about the cardiopulmonary conditions requiring urgent intervention and nursing care in COVID-19 outbreak Daha fazlası Daha az

Ev-Ofis Çalışanlarında Postür ve Solunum Egzersizlerinin Ağrı ve Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi

SELÇUK KAYA | AYŞEGÜL AKSOY GÖKMEN | TUBA MÜDERRİS | SÜREYYA GÜL YURTSEVER

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.23 - 32

Amaç: Araştırmamızda ev-ofis çalışan bireylerde uygulanan postür ve solunum egzersizlerinin ağrı ve yaşam kalitesine etkisinin değerlendirilmesi amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Araştırma Ocak-Mart 2021 tarihleri arasında ev-ofis çalışan, 20-50 yaş arası 61 gönüllü katılımcı ile gerçekleştirildi. Katılımcıların demografik bilgileri kaydedildi. Ağrı değerlendirmesi Cornell Kas İskelet Sistemi Rahatsızlıkları Anketi (CMDQ) ile yapılırken, yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde SF-36 Yaşam Kalitesi Anketi kullanıldı. Katılımcılar randomize olarak egzersiz grubu (n: 31) ve kontrol grubuna (n: 30) ayrıldı. Egzersiz grubuna “dört hafta süreli . . .günde dört kez, haftada beş gün” sıklıkta postür ve solunum egzersizleri ile bir dakika ambulasyondan oluşan program verildi. Programdaki egzersizler fotoğraf ve videolar kullanılarak anlatıldı. Katılımcıların programlarını kontrol etmelerine yönelik egzersiz izlem çizelgesi hazırlandı. Kontrol grubuna ise dört hafta süre ile herhangi bir uygulama yapılmadı. Bulgular: Egzersiz grubuna 13 erkek, 18 kadın (yaş ort: 30,290±9,427 yıl); kontrol grubuna ise 5 erkek, 25 kadın gönüllü katılımcı (yaş ort: 28,800±7,644 yıl) dahil edildi. Program sonrası CMDQ için yapılan karşılaştırmada boyun, bel, sol alt kol skorları için gruplar arasında anlamlı bir fark gözlenirken (p0,050). Egzersiz grubunun öncesi-sonrası karşılaştırmasında CMDQ’da sol üst kol, kalça, sol diz, sağ ve sol alt bacak dışında kalan bölgelerde istatistiksel açıdan anlamlı fark olduğu belirlendi ( Daha fazlası Daha az

Pediyatrik Onkoloji Hastalarında Ruhsal Hastalıklar ve Bakıma Yönelik Kanıta Dayalı Güncel Uygulamalar

SELÇUK KAYA | AYŞEGÜL AKSOY GÖKMEN | TUBA MÜDERRİS | SÜREYYA GÜL YURTSEVER

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.105 - 111

Çoğu kez ölüm, ağrı ve acı çekme ile eş anlamlı olarak kullanılan kanser, hastaların zorlu bir başa çıkma dönemi geçirmesine neden olmakta ve acil müdahale gerektiren bir kriz durumu meydana getirmektedir. Yapılan araştırmalar, kanser hastalarında anksiyete, depresyon, travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal hastalıkların oldukça yaygın olduğunu göstermektedir. Pediyatrik kanser hastalarında gelişebilecek ruhsal hastalıklarda farmakolojik ve farmakolojik olmayan çözüm yollarının saptanması ve uygulanması süreçlerinde pediyatri ve onkoloji hemşirelerinin büyük sorumlulukları bulunmaktadır. Pediyatrik onkolojik hastaların bakımında . . . kanıta dayalı uygulamaların sunulması ve bu tür müdahalelerin kliniklerde yaygınlaştırılması çocukların yaşam kalitesinin artmasına, ruhsal hastalık belirtilerinin azalmasına önemli katkılar sağlayacaktır. Bu derlemede pediyatrik kanser hastaları açısından depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları, davranış değişiklikleri, duygudurum bozuklukları, travma sonrası stres bozuklukları ve bakıma yönelik güncel uygulamalara yer verilmiştir. Cancer, which is often used synonymously with death, pain, and suffering, creates a crisis that causes patients to have a difficult coping period and requires emergency intervention. Researches show that mental illnesses such as anxiety, depression, and post-traumatic stress disorder are quite common in cancer patients. Pediatric and oncology nurses have great responsibilities in the processes of detecting and applying pharmacological and non-pharmacological solutions for mental illnesses that may develop in pediatric cancer patients. Offering evidence-based practices in the care of pediatric oncological patients and disseminating such interventions in the clinics will make significant contributions for improving the quality of life of children and reducing the symptoms of mental illness. Depressive disorders, anxiety disorders, behavioral changes, mood disorders, post-traumatic stress disorders and current practices for the care regarding pediatric cancer patients are included in the present review Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms