Filtreler
Filtreler
Bulunan: 6 Adet 0.001 sn
Yüksek Yağlı ve Yüksek Karbonhidratlı Diyetlerin Fetal Gelişim ve Bebek Sağlığına Etkisi

Derleme | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi3 ( 7 ) , pp.601 - 609

Fetal gelişim, uterodaki fetüsün potansiyel büyüklüğe ulaşmasıdır ve gebe bir kadının maruz kaldığı çeşitli çevresel faktörlerden etkilenmektedir. Maternal beslenme de, organizmanın yeterli büyümesini ve gelişmesini sağlayan çevresel bir faktördür. Birçok kadında maternal beslenme, gebelikte ve doğum sonrasında yetersiz yada olması gerekenden fazladır. Gebeler arasında yağ ve basit şeker içeriği yüksek olan batı diyeti tüketimi hızla artmaktadır. Annenin gebelik ve laktasyon döneminde yetersiz beslenmesiyle bebekte ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarıyla ilgili birçok çalışma yapılmıştır. Annenin yetersiz beslenmesi gibi, aşırı besle . . .nmesi ve yüksek yağlı ve/veya yüksek karbonhidratlı diyet tüketmesiyle de bebeklerde benzer sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Gebelik sırasında bebeklerin bu diyetlere maruz kalması, bebeklerde başta obezite ve diyabet olmak üzere kronik hastalık riskini artırmaktadır. Hayvan modellerinde yüksek yağlı ve/veya yüksek karbonhidratlı maternal diyetlere maruz kalan yavrularda; obezite gelişimi, artan adipoz doku, bozulmuş glikoz toleransı, bozulmuş insülin duyarlılığı ve karaciğer fonksiyon bozukluğu, kronik böbrek hastalıkları, anksiyete ve depresyon davranışları gibi durumlar gözlenmiştir. Bu çalışmanın amacı yüksek yağlı ve/veya yüksek karbonhidratlı maternal diyetlerin tüketiminin fetüsün gelişimi ve bebek sağlığına etkileri üzerine yapılan çalışmaları derlemek ve gebeliğin sağlıklı sonlanması için gerekli olan yeterli ve dengeli maternal diyetin önemini vurgulamaktır Daha fazlası Daha az

Çocuklarda Meyve ve Sebze Tüketimini Artırmaya Yönelik Kanıt Temelli Yaklaşımlar

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi 7 ( 1 ) , pp.145 - 150

Çocukluk çağı obezitesi dünyada ve ülkemizde hızlı bir artış göstermektedir. Yapılan çalışmalar meyve ve sebze tüketimindeki artışın obezite riskini azalttığını belirtmektedir. Çocukların çoğu yeterli miktarda sebze ve meyve tüketmemektedir. Obezitenin hazırlayıcı faktörlerinden biri olan besin seçimi özellikle sağlıklı beslenme alışkanlıklarının kazanıldığı çocukluk döneminde ayrı bir öneme sahiptir. Bu dönemde çocuklara meyve ve sebzeyi sevdirmek ve tüketimini artırmak yetişkinlik döneminde de yaşanabilecek obeziteye ve birçok kronik hastalığa karşı koruyucu bir rol oynayacaktır. Literatürde çocuklarda meyve ve sebze tüketimini ar . . .tırmaya yönelik ev, okul ve toplum tabanlı birçok kanıt temelli müdahale bulunmaktadır. Bu derlemenin amacı; literatür doğrultusunda çocuklarda meyve ve sebze tüketimini artırmaya yönelik kanıt temelli uygulamalar hakkında bilgi vermek, bu müdahalelere yönelik aile ve okul ortamında çalışan profesyonellerde farkındalık oluşturmak ve hemşirelik uygulamalarına katkı sağlamaktır. Childhood obesity increases rapidly in the world and in Turkey. Studies show that the increase in fruit and vegetable consumption reduces the risk of obesity. Most children do not eat enough vegetables and fruits. Food selection, which is one of the predisposing factors of obesity, has a special importance, especially in childhood, when healthy eating habits are acquired. In this period, making children love fruit and vegetables, and increasing their consumption will play a protective role against obesity that can also be experienced in adulthood. In the literature, there are many evidence-based interventions at home, in school, and in community enviroment to increase fruit and vegetable consumption in children. The purpose of this review is to provide information about the evidence-based practices to increase fruit and vegetable consumption in children, to raise awareness among professionals working in family and school settings for these interventions, and to contribute to the nursing practices Daha fazlası Daha az

ADÖLESAN OLAN VE OLMAYAN GEBELERDE YEME TUTUMU VE BEDEN MEMNUNİYETİNİN KARŞILAŞTIRILMASI

ARİFE SOYTÜRK

Yüksek Lisans | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü

Amaç: Bu çalışma adölesan olan ve olmayan gebelerde yeme tutumu ve beden memnuniyetinin karşılaştırılması amacıyla yürütülmüştür. Yöntem: Tanımlayıcı ve karşılaştırmalı tipteki araştırmanın evrenini, Ekim 2021- Mayıs 2022 tarihleri arasında Türkiye'nin batısında bulunan bir hastanenin kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran adölesan ve adölesan olmayan gebeler oluşturmuştur. Araştırma iki grupta yürütülmüştür. Her iki gruba da primipar 28. gebelik haftası ve üzerinde olan, çalışmaya katılmayı engelleyecek psikolojik veya fiziksel hastalığı olmayan, gebelikte ortaya çıkan herhangi bir komplikasyona sahip olmayan, araştırma . . .ya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, Türkçe bilen, adölesanlar için 19 yaş ve altında, adölesan olmayanlar için 20 yaş üstünde olan toplam 169 gebe (85 adölesan, 84 adölesan olmayan gebe) dâhil edilmiştir. Veriler, Kişisel Bilgi Formu, Çok Yönlü Beden-Benlik İlişkileri Ölçeği ve Yeme Tutum Ölçeği kullanılarak toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistikler, Mann Whitney U, Kruskal Wallis ve Pearson korelasyon analizi kullanılmıştır. Bulgular: Adölesan gebelerin yaş ortalaması 18.76±0.42 yıl, evlilik yaş ortalaması 17.69±0.57 yıl, %69.4’ü ilköğretim ve altı eğitim düzeyine sahip, Beden Kitle İndeksi ortalaması 22.75±4.48 kg/m2, %36.5’inin gebeliği süresince aldığı kilo normal ve %31.8’sinin gebeliği planlı değildir. Adölesan olmayan gruptaki gebelerin ise yaş ortalaması 25.86±3.36 yıl, evlilik yaş ortalaması 23.85±3.25 yıl, %40.5’i yükseköğretim mezunu, Beden Kitle İndeksi ortalaması 24.23±5.00 kg/m2, %36.9’unun gebeliği süresince aldığı kilo normal ve %16.7’sinin gebeliği planlı değildir. Adölesan gebelerin Yeme Tutum Ölçeği puan ortalamalarının 20.35±8.99, adölesan olmayan gebelerin 16.97±8.18 olduğu (p< 0.05), adölesanların %15,3’ünde adölesan olmayanların ise %4,8’inde yeme bozukluğuna yatkınlığın olduğu (p< 0.05) aralarındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur. Adölesan gebelerin vi Çok Yönlü Beden Benlik İlişkileri Ölçeği puan ortalaması 182.89±19.82, adölesan olmayan gebelerin ise 195.91±25.31’dir ve aralarındaki fark istatistiksel olarak anlamlıdır (p< 0.001). Ayrıca adölesan gebelerin Yeme Tutum Ölçeği ile Çok Yönlü Beden Benlik İlişkileri Ölçeği puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak negatif yönde zayıf ilişki olduğu (r= -0.33, p< 0.001) olduğu belirlenmiştir. Sonuç: Adölesan gebelerin adölesan olmayan gebelere göre bedenlerinden memnuniyet düzeylerinin düşük, yeme bozukluğuna yatkınlıklarının daha fazla olduğu bulunmuştur. Hemşireler adölesan dönemde ortaya çıkan gebeliklerin sağlıklı bir şekilde sonlanabilmesi için olası beslenme sorunlarına karşı dikkatli olmalı, sorunları erken dönemde tanılamalı ve multidisipliner ekip ile birlikte çalışmalıdır. Hemşireler adölesana bakım verirken onu fizyolojik, psikolojik, sosyal, spiritüel bütün yönleriyle değerlendirmeli holistik bakım vermelidir Daha fazlası Daha az

Besin Gruplarının Meme Kanseri Gelişme Riski Üzerine Etkileri Var Mıdır?

ARİFE SOYTÜRK

Makale | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi 7 ( 2 ) , pp.339 - 343

Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türüdür. Genetik, davranışsal ve çevresel faktörler meme kanseri etiyolojisinde yer almaktadır. Bu derlemede çevresel ve davranışsal bir faktör olan beslenme kapsamında süt ve süt ürünleri; et ve et ürünleri; sebze ve meyve; tahıl, yağ tüketimi ile meme kanseri riski arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Süt ve süt ürünlerinin bileşiminde bulunan kalsiyum ve D vitamini meme kanseri riskinde koruyucu role sahip olabilir. Ancak kırmızı ve işlenmiş etlerde genellikle pişirme sırasında oluşan bileşikler meme kanseri riskini artırabilir. Sebze ve meyveler ise zengin vitamin, polifen . . .ol, karotenoid ve posa içerikleri sayesinde meme kanseri riskini azaltabilir. Benzer şekilde tam tahılların bileşiminde bulunan fitoöstrojenler, fenolik asitler, antioksidan vitaminler ve posa meme kanseri riskini azaltabilir. Diyet yağ alımı ve yağ asitleri ile meme kanseri riskini inceleyen çalışmaların sonuçları ise farklılık göstermektedir. İncelenen bu besin gruplarının meme kanseri riski üzerine etkisinin araştırılması için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Breast cancer is the most common type of cancer in women. Breast cancer is caused by a combination of genetic, behavioral, and environmental factors. In this review, it is aimed to examine the relationship between nutrition which is behavioral and enviromental factors and breast cancer risk. Within the scope of nutrition, milk and product, meat and product, vegetables and fruit, cereal, oil food groups is discussed. Calcium and vitamin D, which are found in milk and dairy products, may reduce the risk of breast cancer. Compounds commonly formed during cooking in red and processed meats, on the other hand, can increase the risk of breast cancer. Vegetables and fruits can reduce the risk of breast cancer thanks to their rich vitamin, polyphenol, carotenoid and fiber content. Similarly, phytoestrogens, phenolic acids, antioxidant vitamins and fiber found in the composition of whole grains can reduce the risk of breast cancer. The results of studies examining on dietary fat intake, fatty acids and breast cancer risk differ. More research is needed to investigate the effects of these food groups on breast cancer risk Daha fazlası Daha az

Ketojenik Diyetin Dirençli Epilepsi Üzerine Etkisine Güncel Bakış

GÜLŞAH KANER TOHTAK | GAMZE YURTDAŞ DEPBOYLU

Makale | 2022 | İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 1 ) , pp.123 - 128

Epilepsi; nöbetler ile karakterize bir hastalıktır. Epilepsi hastalarının çoğunda nöbetler anti epileptik ilaçlar kullanılarak kontrol edilebilmektedir ancak dirençli epilepsi olarak adlandırılan epilepsi türünde, ilaçlar nöbet kontrolü üzerine etkili değildir. Buna ek olarak, bazı hastalarda ilaçların istenmeyen yan etkileri, antiepileptik ilaç kullanımının kesilmesine neden olmaktadır. Bu ve benzeri durumlarda, farmakolojik bir tedavi türü olmayan ketojenik diyet, alternatif tedavi yöntemi olarak önerilmektedir. Ketojenik diyetin epilepsi tedavisinde etkin rol oynayabileceğini düşündüren temel gerçeklik ise, nöronlar için ana ener . . .ji substratı olan glikoz yerine, açlık gibi bazı durumlarda keton cisimlerinin kullanılıyor olmasıdır. Keton cisimlerinin oluşmasını sağlayan ancak ketojenik diyete uygulama kolaylığı ve esnekliği sağlaması adına farklı ketojenik diyet türleri oluşturulmuştur. Dirençli epilepsi tedavisinde hastaların tolere edebilirliğine göre bu ketojenik diyet yaklaşımları kullanılabilmektedir. Bu derlemede, ketojenik diyet ve türlerinin dirençli epilepsi üzerine etkisinin derlenmesi amaçlanmıştır. Epilepsy is a disease characterized by seizures. In most patients with epilepsy, seizures can be controlled using anti-epileptic drugs, but in the type of epilepsy called resistant epilepsy, drugs are not effective on seizure control. In addition, the undesirable side effects of antiepileptic drugs in some patients lead to the cessation of antiepileptic use. In these and similar cases, the ketogenic diet, which is not a pharmacological treatment type, is considered as an alternative treatment method. The basic reality suggesting that the ketogenic diet can play an effective role in the treatment of epilepsy is that instead of glucose, which is the main energy substrate for neurons, ketone bodies are used in some cases such as hunger. Again, different ketogenic diets have been created to enable the formation of ketone bodies and provide ease and flexibility to the ketogenic diet. Depending on the tolerability of patients in the treatment of epilepsy, one of these ketogenic diet variations can be used. This review was conducted to evaluate the effect of ketogenic diet on epileps Daha fazlası Daha az

Sarkopenide Beslenmenin Rolü

GÜLŞAH KANER TOHTAK | ÇAĞLA AYER

Derleme | 2022 | İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dergisi7 ( 2 ) , pp.441 - 445

Sarkopeni, yaşa bağlı olarak kas kütlesi ve fonksiyonundaki kayıp olarak tanımlanmaktadır. Sarkopeniden korunmada ve sarkopenin tedavisinde beslenmenin önemli bir rol oynadığını öne süren kanıtlar giderek artmaktadır. Bu derleme, sarkopeni ile ilişkili olabilecek besin ögelerini güncel literatür doğrultusunda irdelemeyi amaçlamıştır. Protein, n-3 yağ asitleri, antioksidan vitaminler (A, E ve C vitamini) ve D vitamini ile bazı minerallerin (kalsiyum, selenyum, magnezyum, çinko) alım miktarlarının yeterli olması sarkopeniden korunmada ve sarkopeninin tedavisinde oldukça önemli görünmektedir. Sarcopenia is defined as the age-related lo . . .ss of muscle mass and function. There is an increasing evidence suggesting that nutrition plays an important role in the prevention and treatment of sarcopenia. This review aimed to determine the nutrients that may be associated with sarcopenia in line with the current literature. Sufficient intake of protein, n-3 fatty acids, antioxidant vitamins (vitamins A, E and C) and vitamin D and some minerals (calcium, selenium, magnesium, zinc) seems to be very important in the prevention and treatment of sarcopenia Daha fazlası Daha az

6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu kapsamında yükümlülüklerimiz ve çerez politikamız hakkında bilgi sahibi olmak için alttaki bağlantıyı kullanabilirsiniz.

creativecommons
Bu site altında yer alan tüm kaynaklar Creative Commons Alıntı-GayriTicari-Türetilemez 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Platforms